Öne Çıkanlar tsk CHP Adana Milletvekili Ayhan Barut palandöken şehit CHP Gaziantep Milletvekili İrfan Kaplan kurban bayramı Hakkari binali yıldırım PENÇEKİLİT Operasyonu Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık Barış Pınarı Bölgesi deprem

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: “FETÖ İle Mücadelede Birlik Ve Beraberlik İçinde Hareket Etmemiz Gerekiyor”

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, Cumhurbaşkanlığı Kabinesi Toplantısı’na ilişkin yaptığı açıklamada, “FETÖ ile mücadele samimi bir şekilde yapılacaksa burada siyasi parti, mezhep, meşrep, siyasi görüş, ideoloji vesaire ayrımı yapmadan hepimizin birlik, beraberlik içinde hareket etmesi gerekiyor. Çünkü bu örgüt Türkiye Cumhuriyeti’nin tamamına düşmandır, bir kesimine değil” dedi.

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Cumhurbaşkanlığı Kabinesi Toplantısı’na ilişkin bir basın toplantısı düzenledi. Toplantıda ele alınan konular ve gündemdeki gelişmelere dair açıklamalarda bulunan Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, basın mensuplarının sorularını da cevapladı.

Kamuoyu ile canlı olarak paylaşılan toplantıda, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın şunları söyledi: “İyi akşamlar arkadaşlar, basın toplantımıza hoş geldiniz. Bugün Sayın Cumhurbaşkanımızın başkanlığında yapılan 23 numaralı Kabine Toplantısı’nda çeşitli sunumlar yapıldı. Öncelikle Cumhurbaşkanımızın bir takdim konuşması oldu. Genel gündemi değerlendiği bu konuşmasında Sayın Cumhurbaşkanımız, aynı zamanda geçen hafta Pakistan’a gerçekleştirdiği ziyareti de ele aldı. Ayrıca, önümüzdeki dönemde yine yurt dışı trafiğiyle ilgili Kabine üyelerine de bilgiler verdi. Bildiğiniz gibi 25 Şubat’ta Azerbaycan’a bir ziyaretimiz olacak, burada Yüksek Düzeyli Stratejik Konsey toplantımızı gerçekleştireceğiz.

“CUMHURBAŞKANLIĞI MİLLET KÜTÜPHANESİ TÜRKİYE'NİN EN BÜYÜK KÜTÜPHANESİ OLACAK”

Yarın da önemli bir misafirimiz var, Özbekistan Cumhurbaşkanı Sayın Şevket Mirziyoyev ülkemizi ziyaret edecek. Bildiğiniz gibi Özbekistan’la hem tarihî kültürel anlamda hem de bugün daha da güçlenen bir şekilde siyasi, ekonomik önemli ilişkilerimiz var. Bu ilişkileri daha da güçlendirecek bir ziyaret olmasını biz temenni ediyoruz.

Ayrıca, yine bildiğiniz gibi Perşembe günü Cumhurbaşkanlığı Millet Kütüphanesi’nin de açılışı gerçekleşecek. Türkiye’nin en büyük kütüphanesi olma vasfının yanında, 7-24 herkese açık olmak suretiyle de bu kütüphanenin Türkiye’de kitap okuma, kütüphanecilik ve diğer alanlarda çok önemli bir paradigma değişikliğine vesile olacağına inanıyoruz. Bu vesileyle de Cumhurbaşkanlığı Külliyesinin çok önemli bir ayağı tamamlanmış olacak. Bildiğinizi gibi 2016 yılından beri devam eden inşaatı yakın bir zamanda tamamlandı. Kitaplarımız yerlerine yerleştirildi, inşallah Perşembe günü açıldığında 1,5 milyona yakın matbu eser, süreli yayınlar da dâhil olmak üzere kütüphanemizde yer alacak. Ayrıca, tabii bu sayı hızla bundan sonra artacak. Elektronik kitap formatında da artık orada sınır neredeyse yok gibi bildiğiniz gibi. Bu alanda da inşallah kütüphanemiz yeni bir dönemin ilk sayfasını da açmış olacak. Kütüphanemizde bildiğiniz gibi çok önemli koleksiyonlar da var. Rahmetli Mehmet Şevket Eygi’den İlber Ortaylı Hocaya kadar birçok kıymetli ilim insanının koleksiyonları da kütüphanemizde bulunuyor. İnşallah Perşembe günü çok heyecanlı, coşkulu bir şekilde de bu kütüphanenin açılışını gerçekleştireceğiz.

Bugünkü Kabine Toplantısı’nda güvenlik alanında Millî Savunma Bakanlığının, İstihbarat Teşkilatımızın ve Dışişleri Bakanlığımızın güvenlik ve dış politika ağırlıklı sunumları oldu. Onların alt başlıklarına birazdan değineceğim.

Ayrıca, Sağlık Bakanlığımızın özellikle koronavirüsle mücadele ve Elazığ deprem bölgesinde verilen sağlık hizmetleri konusunda detaylı, kapsamlı bir sunumları oldu. Son olarak da Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığımızın genel sağlık sigortasıyla ilgili bir sunumu gerçekleşti.

“İDLİB'DE TEMEL ÇİZGİMİZ SOÇİ MUTABAKATI’NA GERİ DÖNÜLMESİ”

Konu başlıklarına geçecek olursam. Tabii Suriye’de ve İdlib’de yaşanan gelişmeler gündemimizin üst safhalarında, üst yerlerinde işgal etmeye devam ediyor. Özellikle İdlib’le ilgili yaşanan gelişmeleri bildiğiniz gibi geçen hafta burada bulunan Rus heyetiyle görüşmüş idik. Dün ve bugün de Türkiye’den giden bir heyetimiz Moskova’da görüşmeler gerçekleştirdi.

Tabii İdlib’de bizim temel çizgimiz, Soçi Mutabakatı’na derhal geri dönülmesi. Daha önce kararlaştırdığımız İdlib çatışmasızlık bölgesi sınırlarının tekrar esas kabul edilerek özellikle bizim askerî gözlem noktalarımızın ve sivillerin korunması noktasında gerekli adımların atılması ve bu konuda arkadaşlarımızın çeşitli görüşmeleri ve müzakereleri oldu. Kâğıt alışverişleri oldu. Şu an itibarıyla çıkan karar; bu müzakerelere devam edilmesi yönünde.

Bazen Rus tarafından gelen bazı açıklamaların sahadaki gerçekleri doğru yansıtmadığını da görüyoruz. Özellikle değişen şartlar dikkate alınarak haritanın yeniden çizilmesi gerekiyor şeklinde birtakım mülahazaların, değerlendirmelerin yapıldığını görüyoruz. Burada bu hususu tashih etmek isterim.

“TÜRKİYE’NİN, SURİYE’NİN VEYA BİR BAŞKA ÜLKENİN BİR KARIŞ TOPRAĞINDA GÖZÜ YOKTUR”

Öncelikle değişen şartlar sahanın gerçekleri değil, empoze edilen şartlardır. İdlib çatışmasızlık bölgesinin sınırları bellidir. Yaklaşık iki yıl önce üzerinde mutabık kalının sınırlar ve bizim askerî gözle noktalarımızın bulunduğu yerler burada açık, net, sarih bir şekilde ortaya konmuştur. 12 askerî gözlem noktamız da bu harita esas alınarak buralara konuşlandırılmıştır. Dolayısıyla burada empoze edilen şartları, birtakım zorlamaları sahanın değişen şartları diye tahkim etmenin bizim açımızdan kabul edilebilir olmadığını ifade etmek istiyorum. Sahanın gerçekleri öncelikle hepimizin üzerinde mutabık kaldığı Soçi mutabakatadır. İkincisi; oradaki askerî gözlem noktalarımız ve onların güvenliğidir. Üçüncüsü; mültecilerin ve sivillerin durumudur. Dördüncüsü de; tabii ki Suriye’de devam eden, ama maalesef rejimin sabotajları nedeniyle bir türlü ilerleme kaydedemediğimiz siyasi süreçtir.

Sahanın gerçeklerini bu şekilde konumlandırmak daha isabetli olacaktır. Zira Türkiye’nin, Suriye’nin veya bir başka ülkenin bir karış toprağında gözü yoktur. Burası Suriye Devleti’nin, rejiminin topraklarıdır. Tabii ki istediği şekilde buralarda operasyon yapabilir argümanının bizim açımızdan da bir geçerliliği olmadığını ifade etmek istiyorum. Orada yüzbinlerce insan öldürülürken, milyonlarca insan mülteci hâline gelirken, Türkiye’nin ya da uluslararası toplamın eli kolu bağlı bir şekilde oturması, hiçbir şey olmuyormuş gibi davranması elbette tasavvur ve tahayyül edilemez. Dolayısıyla biz burada hem insani hem siyasi manada üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirdik, getirmeye de devam edeceğiz. Sayın Cumhurbaşkanımız geçen hafta grup konuşmasında da yaptığı hitabında, rejime çok açık, net bir şekilde mesajlarımızı iletmiştir. Askerî gözlem noktalarımızın yerlerinin değişmesi söz konusu değildir, buranın korunması ve sivillerin muhafaza edilmesi için de bu bölgeye askerî tahkimat ve sevkiyatımız da devam edecektir. Askerlerimize yönelik herhangi bir saldırı, taciz söz konusu olduğunda, geçen haftalarda olduğu gibi bundan sonra da cevabın en sert şekilde verileceğinden de kimsenin en ufak bir şüphesi yahut tereddüdü olmasın.

“LİBYA HALKININ YANINDA YER ALMAYA DEVAM EDECEĞİZ”

Bir diğer tabii uluslararası önemli konu da Libya meselesi. Orada BM çatısı altında devam eden Berlin sürecine bağlılığımızı devam ettiriyoruz. Bu çerçevede geçen hafta Dışişleri Bakanımız Mevlüt Beyin Münih Konferansı marjında ilgili bakanlarla bir takip toplantısı gerçekleşti. Kendisi birçok ikili görüşme de yaptı. Bizim buradaki duruşumuz da son derece net, uluslararası toplumun ve Birleşmiş Milletler’in tanıdığı Ulusal Mutabakat Hükûmeti çerçevesinde biz Libya halkının yanında yer almaya devam edeceğiz.

Bu çerçevede Berlin Konferansı’nda alınan ateşkes ve siyasi, askerî komitelerin toplanması kararlarına da tam destek verdiğimizi ifade etmek istiyorum. Fakat maalesef Birleşmiş Milletler’in önerdiği ve ülkelerin üzerinde mutabık kaldığı bu yol haritası Hafter tarafından her gün ihlal edilmeye, delinmeye, sabote edilmeye devam etmektedir. Hafter tarafına hâlâ bütün bu kararlara rağmen askerî yarım devam etmektedir. Orada milis güçler, lejyoner güçler, paralı askerler farklı isimler altında sahada bu ateşkes sürecini sabote etmeye devam etmektedirler. Yine Hafter tarafının bütün Libya’ya ve Libya halkına, Libya ekonomisine zarar veren petrol yataklarını bloke etme durumu da devam etmektedir. Bu hoyratça tavra, bu haydutça tavra, bu şımarık tavra uluslararası toplumun sessiz kalması elbette düşündürücü.

Bütün bunlar yaşanırken, son iki gündür biliyorsunuz Avrupa Birliği’nin burada silah ambargosunun denetlenmesiyle ilgili bir misyon başlatacağı, bir operasyon başlatacağına dair de birtakım haberler çıktı. Burada şu hususun altını da çizmemiz gerekiyor: Öncelikle Birleşmiş Milletler karalarında açık ve net bir şekilde ifade edildiği gibi, böyle bir denetimin ancak BM çatısı altında ve Ulusal Mutabakat Hükûmeti’yle istişare ve dayanışma içerisinde yapılması gerekmektedir. Bu, bağlayıcı bir kural olarak BM kararlarında yer almaktadır.

İkinci önemli husus da, öncelikle bu silahların ve milislerin ülkeye nereden girdiğine çok net yakından bakılması gerekiyor. Burada da özellikle doğu ve güney bölgelerinin kontrol altına alınması gerektiğini ifade etmek istiyoruz. Bilinen malum yerlerden gelen askerî desteğin, silah desteğinin uçaklarla, gemilerle, ayrıca paralı askerlerin ne şekilde geldiğini ve Libya sürecini, askerî ve siyasi süreci nasıl baltaladığını bütün uluslararası toplum görmektedir. Tabii ki burada özellikle Birleşmiş Milletler olsun, ilgili ülkeler olsun, komşu ülkeler olsun Cezayir gibi, Tunus gibi ve sürece dâhil olan diğer ülkeler olsun, artık bu ihlallerin sona erdirilmesi için gerekli adımları el birliğiyle atmak durumundadırlar.

“KORONAVİRÜSLE MÜCADELE KONUSUNDA TÜRKİYE OLARAK GEREKLİ TEDBİRLERİ ALDIK”

Bir diğer önemli konu, koronavirüsle ilgili dediğim gibi Sağlık Bakanımızın da bir sunumu oldu. Özellikle bu çerçevede bugüne kadar alınan tedbirler, atılan adımlar ve bundan sonrasıyla ilgili kapsamlı bir takdimleri oldu. Tabii son günlerde, son haftalarda bütün dünyanın gündemini takip eden ve Çin’in Wuhan şehrinden kaynaklanan bu virüsle mücadele konusunda biz Türkiye olarak gerekli tedbirleri aldık ve hamdolsun Türkiye’de şu ana kadar ciddi bir vakayla karşılaşılmadı. Bundan sonrasıyla ilgili öngörü de tedbirlerin etkili olmaya devam edeceği şekline.

Burada tabii Çin yönetiminin de çok ciddi bir mücadele verdiğini, ciddi tedbirler aldığını, bu süreci çok şeffaf bir şekilde yönettiğini ifade etmek istiyoruz. Gerçekten olay ortaya çıktığı andan itibaren Çinli makamlar hem karantinaya almak hem ellerindeki bilgileri Dünya Sağlık Örgütü’yle ve diğer paydaşlarla paylaşmak suretiyle iyi bir sınav verdiler. Tabii büyük bir sınamayla karşı karşıyalar. Böyle bir şeyi hiçbir ülke kendi topraklarında yaşanmasını arzu etmez. Bu manada biz bu koronavirüsle mücadele konusunda Çin Hükûmeti’nin yanında olmaya devam edeceğimizi ifade etmek isteriz. Bugüne kadar maske olsun, tıbbi malzeme olsun, diğer alanlarda bildiğiniz gibi Çin’e gönderdiğimiz birtakım yardımlar oldu. Bunların devamı da gelecek, Cumhurbaşkanımızın direktifiyle, talimatıyla Çin makamlarıyla bu konuda yakın bir iş birliği içerisinde olmaya devam edeceğiz.

Bu konuda vatandaşlarımızın da soruları olursa, herhangi bir soru işaretleri, endişeleri olursa, Sağlık Bakanlığımızın ilgili birimleriyle kendileriyle derhal temas edebilirler.

Umarız bazı tahminlere göre pik dönemi, artık önümüzdeki günlerde gerçekleşecek bu virüsün ve bu virüsle mücadelenin kısa sürede sonuçlanmasıdır. Bu çerçevede biz Türkiye olarak Çin’le, Dünya Sağlık Örgütü ve diğer paydaşlarla yakın ilişki ve temas içerisinde olmaya da devam edeceğiz.

“SON GÜNLERDEKİ FETÖ TARTIŞMASI, FETÖ’YLE MÜCADELEYİ SULANDIRMAYA DÖNÜK BİR GİRİŞİMDİR”

Son olarak sizin sorularınıza geçmeden önce, bu FETÖ’yle mücadele konusuyla ilgili de bir bahsin geçtiğini ifade etmek isterim Kabine Toplantımızda. Son günlerde FETÖ’nün siyasi ayağı başlığı altında devam ettirilen bir tartışmaya hepimiz şahitlik ediyoruz. Baktığınız zaman bu tartışmanın kaynaklandığı yere, tartışıldığı zemine, yaptığı atıflara, birtakım imalara totalde bunun FETÖ’yle mücadelenin güçlendirilmesinden ziyade FETÖ’yle mücadeleyi sulandırmaya dönük bir girişim olduğu ve bu mücadele üzerinden çeşitli siyasi partilerin ve tarafların siyasi rant elde etme peşinde olduğunu görüyoruz.

Şunun altını açık ve net bir şekilde çizmekte fayda var: Bugüne kadar 40 yıllık geçmişi olan bu terör örgütüyle en ciddi, en kapsamlı ve en kararlı mücadeleyi bu Hükûmet vermiştir. Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan’ın liderliğindeki ekipler vermiştir, bizzat kendisi bu mücadelenin bayraktarlığını yapmıştır, yapmaya da bundan sonra devam edecektir.

Bugüne kadar geçmiş dönemlerde, 70’li, 80’li, 90’lı yıllarda, 2000’li yıllarda bu örgütün devletimizin çeşitli kurumlarına nasıl sızdığını, vatandaşlarımızı, masum insanları, onların genç çocuklarını nasıl kandırdığını, dini inanç, hizmet, ihlas gibi kavramlar altında bu kılıfları kullanarak maalesef öncelikle Din-i Mübin-i İslam’a nasıl zarar verdiğini, insanlarımızı nasıl birbirine düşürdüğünü, kutuplaştırdığını hepimiz gördük ve maalesef bu 15 Temmuz’da kanlı bir darbe girişimiyle sonuçlandı. Şimdi burada yapmamız gereken, el birliğiyle millet olarak bütün milletin, Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün vatandaşlarının düşmanı olan bu terör örgütüne karşı hep birlikte el birliği içerisinde mücadele etmektir. Burada senin tarafın, benim tarafım tarzı ayrımlara gitmeden, bu terör örgütünün izini, eserini, etkisini silecek, ortadan kaldıracak ve bir daha bu topraklarda neşvünema bulmaması için hepimizin el birliğiyle hareket etmesi gerekiyor. Bu çerçevede biz gerek yurt içinde gerek yurt dışında bu mücadeleyi her safhada, her satıhta kararlı bir şekilde bundan sonra da yürütmeye devam edeceğiz. Bundan hiç kimsenin en ufak bir şüphesi ve tereddüdü olmasın. Burada birlik ve beraberlik ve terör örgütüne karşı vereceğimiz en önemli cevaptır. Bunun altını da özellikle çizmek istiyorum.

Sayın Cumhurbaşkanımızın bu konudaki kararlılığının tam olduğunu da ifade etmek istiyorum. Çünkü zaman zaman dediğim gibi bu siyasi ayak veya işte sen geçmişte bunu yaptın, sen şunu yaptın tarzı suçlamalarla, ithamlarla bu mücadelenin sulandırıldığını, hedef saptırıldığını görüyoruz. Buna da FETÖ mensupları herhâlde seviyorlardır. Dolayısıyla biz burada bu terör örgütüne hiçbir şekilde prim vermeden, onları sevindirecek hiçbir eylemin içerisinde olmadan, tek yürek, tek millet olarak bu terör örgütüne karşı kararlı mücadelemizi sürdüreceğimizi de ifade etmek istiyorum.”

Soru: “Efendim, siz de az önce FETÖ’nün siyasi ayağıyla ilgili açıklamalarda buldunuz. Geçtiğimiz hafta da FETÖ’nün siyasi ayağı en sıcak başlıklardan bir tanesiydi, tartışma mahkemelik oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan da CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu hakkında 500 bin liralık bir manevi tazminat davası açtı. Ardında da Kılıçdaroğlu’ndan da bir dava geldi ve 5 kuruşluk bir dava açıldı ve bu davaya ilişkin de bugün Grup Toplantısı’nda da söylemleri vardı. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?”

“MİLLETİN GÜCÜNÜN ÜSTÜNDE BAŞKA BİR GÜÇ TANIMADIĞINI SÖYLEYEN BİR LİDER ŞU ANDA ÜLKEYİ YÖNETMEKTEDİR”

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: “Tabii ki dava açabilir, yani bu onun bireysel hakkıdır. Ama meselenin siyasi bağlamına demin işaret ettim. Bu konuda gerçekten FETÖ ile mücadele samimi bir şekilde yapılacaksa burada siyasi parti, mezhep, meşrep, siyasi görüş, ideoloji vesaire ayrımı yapmadan hepimizin birlik, beraberlik içinde hareket etmesi gerekiyor. Çünkü bu örgüt Türkiye Cumhuriyeti’nin tamamına düşmandır, bir kesimine değil. Geçmişte birtakım çevreler bunlarla birtakım ilişkilere girmiş olabilirler, biz bunun örneklerini gördük. Geçen hafta Cumhurbaşkanımız da bunları açık, net belgeleriyle, görüntüleriyle hepsini ortaya koydu. Bunları tekrar sunabiliriz, tekrar kendilerine hatırlatabiliriz, ama bu FETÖ terör örgütüyle mücadelede bir zaafa asla dönüşmemelidir.

Bakın, 17-25 yargı darbe girişimi ve sonrasında yaşananları bir hatırlayın. O süreçte FETÖ’cülerin yanında kimler durdu, kimler onlara sahip çıktı? 15 Temmuz darbe girişimi olana kadar acaba kimler kimlerle, bu çevreler, şimdi Cumhurbaşkanımızı eleştiren, AK Partiyi eleştiren çevreler ya da devletin bu konuda zaaf gösterdiğini söyleyenler acaba ne tür gizli, açık, kapalı görüşmeler yaptılar, kimlerle ne tür temaslar kurdular? Bunların hepsini tekrar tekrar konuşabiliriz.

Ama burada aslolan, bu terör örgütünün Türkiye Cumhuriyeti’nin tamamına düşman olduğu, başkalarının maşası olduğu, başkalarının dizaynını, planını hayata geçirmek için birer kukla olarak yetiştirildiği, kullanıldığı gerçeğini asla gözden çıkartmayalım. Bunu dikkate aldığımız zaman, bu siyasi polemikler, aynı bu darbe geliyor, Türkiye’de darbe olacak tartışmaları gibi bir hedef saptırmaya dönüşür. Onunla ilgili de biliyorum son bir, iki gündür bu konu konuşuluyor, işte Türkiye’de yeni bir darbe olacak, belli çevrelerde rahatsızlıklar var. Geçmişte de bu tür şeyler çok denendi, ama onlar Türkiye’nin vesayet altında yaşadığı dönemlerdi. Bir gazete böyle bir manşet attığında, falan çevre rahatsız dediğinde, Türkiye’de birtakım belli çevrelerde hareketlenmeler olurdu. Çünkü o vesayet odaklarının elinde güçler vardı. Ama bakın, hamdolsun, son 16-17 yılda verilen mücadele neticesinde artık bu vesayet odakları güçlerini yitirmiştir. Milletin gücünün üzerinde hiçbir gücün olmadığını açık ve net bir şekilde görülmüştür. Milletin gücünün üstünde başka bir güç tanımadığını söyleyen bir lider ve kadro şu anda bu ülkeyi yönetmektedir. Dolayısıyla bu vesayet odağı nereden gelirse gelsin, ister FETÖ olsun, ister PKK terör örgütü olsun, ister yok ordunun, yargının, bürokrasinin, güvenlik bürokrasisinin, iş dünyasının, medyanın içerisinde olsun, nerede olursa olsun onlar hedeflerine asla ulaşamayacaklardır. Bu tür söylemlerin Türkiye’de hedef saptırmak, vesayet odaklarıyla ve terörle mücadeleyi sulandırmak, gündemi değiştirmekten başka bir faydası olmayacaktır. Ama Türkiye Cumhuriyeti’nin her bir ferdi Türk milleti olarak bu saptırmalara, bu oyalamalara da asla prim vermeyecektir, bunu da defalarca gösterdik.

“BU MİLLET HİÇBİR ZAMAN DARBEYE PRİM VERMEYECEKTİR”

Hatırlayın, 15 Temmuz gibi ağır bir darbe girişiminden sonra bu millet âdeta küllerinden yeniden canlanarak ayağa kalkmış ve o güne kadar uyguladığı projelerin hiçbirisi aksatmadan teker teker hayata geçirmeye devam etmiştir. Üçüncü köprünün açılmasından Fırat Kalkanı Harekâtı’nın hemen bu 15 Temmuz’dan birkaç ay sonra hayata geçirilmesine kadar her alanda biz bunu çok net bir şekilde gördük.

Hatırlayın, 15 Temmuz’la ilgili davalar başlandığında ordu içindeki FETÖ’cü yapılanmalar temizlenmeye başladığında da belli çevreler, ‘Türkiye artık askerî gücünü yitirmiş, NATO içinde eski etkinliğini kaybetmiş bir ülke hâline gelecek. Çünkü bu kadar işte komutanı, askeri görevden aldığınız zaman, Türkiye askerî anlamda asli görevlerini yerine getirmeyecek, Türk Ordusu zaafa uğrayacak’ diye birtakım söylemlerin ileri sürüldüğünü de biz gördük. Tam tersi oldu. Türk Silahlı Kuvvetleri bu tür urlardan, bu tür hastalıklı yapılardan, zihniyetlerden temizlendikçe asli görevine döndü. Daha etkin, daha kararlı, sahada netice alan bir Silahlı Kuvvetler hâline geldi, bir ordu hâline geldi. Bunun da somut neticelerini biz Fırat Kalkanı’nda da gördük, Zeytin Dalı Harekâtı’nda da gördük Barış Pınarı Harekâtı’nda da gördük, PKK’yla mücadelede de gördük.

Geçmişe doğru baktığınızda, PKK’yla mücadele olsun, FETÖ’yle olsun, DHKP-C, DEAŞ ve benzeri terör örgütleriyle mücadelede askerî imkân ve kabiliyetler anlamında elimizde birçok imkân bulunduğu hâlde neden netice alınamıyor diye sorduğunuzda, bu tür yapıların içeride ne tür kumpaslar kurduklarını, ne tür oyamalar yaptıklarını, siyasi iradenin direktiflerini nasıl boşa çıkarttığı defalarca gördük geriye doğru bunları okuduğunuz zaman. Bunlardan temizlendikçe Türk Silahlı Kuvvetleri de bugün asli görevine, misyonuna, vazifesine geri dönmüştür. Ve çok daha etkin bir şekilde Türkiye Cumhuriyeti topraklarını korumak için gece gündüz mücadele vermektedir.

Bugün vatandaşlarımız müsterih olsunlar, eğer biz bugün şehirlerimizde, Türkiye’nin dört bir tarafında, doğusunda, batısında, güneyinde, kuzeyinde güven içerisinde yaşıyorsak bu kahraman askerlerimizin, her kademeden askerimizin, erimizin, komutanımızın verdiği mücadele sayesinde olmaktadır. Dolayısıyla bu tezkiye hareketi, bu temizlenme hareketi Türk Silahlı Kuvvetlerini daha güçlü kılmıştır.

Dolayısıyla burada bu konuları tartışırken, işte darbe olacak, darbe gelecek, belli çevreler rahatsız, harekete geçecekler türü söylemler geldiğinde bunların kaynağına bakmak lazım. Kimler tarafından ne şekilde yönlendirildiğini bakmak lazım. Türkiye Cumhuriyeti burada 15 Temmuz darbe girişimini püskürtmüş bir millet olarak bundan sonra kimden hangi saikle gelirse gelsin hiçbir darbe girişimine pirim vermeyecektir. Bunu da net bir şekilde ifade etmek isteriz.”

Soru: “Bugün 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün bir açıklaması olmuştu, Gezi Parkı olaylarıyla gurur duydum, bir gazeteye verdiği demeçte. Sonrasında Gezi davasında karar açıklandı. Dokuz beraat ve yedi sanığın da dosyası ayrıldı. Ardından da Amerika’nın Ankara Büyükelçiliğinden bu karar ilişkin bir değerlendirme yapıldı. Davayı yakından takip ettik, kararı memnuniyetle karşılıyoruz şeklinde. Tüm bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz? Ve Sayın Cumhurbaşkanın Gezi kararına ilişkin bir değerlendirmesi oldu mu?”

“GEZİ OLAYLARININ TÜRKİYE’YE ZARAR VERDİĞİNİ ASLA AKILDAN ÇIKARMAYALIM”

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: Şimdi öncelikle bugün mahkemenin Gezi davasıyla ilgili verdiği karar, bir yargı sürecinin bir aşamasını teşkil ediyor, dolayısıyla bununla ilgili bizim bir yorum yapmamız, değerlendirme yapmamız uygun olmaz. Söz yargıda, nihai olarak bunun devam eden bir mahkeme süreci vardı. Bugün bir karar verildi, bunun bütünlüğü içerisinde değerlendirmeleri de mutlaka yapılacaktır.

Gezi olaylarıyla ilgili işin bu hukuk, dava ve mahkeme meselelerinin yanında, bir kere bir kalkışma olarak bu ülkeye verdiği zararı da unutmamız lazım. Yani vandallıktan siyasi kutuplaşmaya, Türkiye’nin gündemine birtakım son derece ayrıştırıcı söylemlerin sokulmasından, mesele o değil, bu değil söylemlerine kadar neler yaşadığımızı hazırlayalım. Şimdi bütün bunları dikkate aldığımız zaman, yani bu son günlerde böyle bir Gezi meselesi üzerinden tekrar tarihî yeniden okumaya dönük, geçmişi yeniden okumaya dönük birtakım girişimlerin yapıldığını görüyoruz.

Cumhurbaşkanı Sayın Gül gurur duyabilir, bu kendi değerlendirmesidir. Bunun bizim açımızdan bağlayıcı bir tarafı yok, kendi görüşüdür. O dönemde de zaten kendisi görevdeyken de bu konuyla ilgili birtakım değerlendirmeleri vardı, farklı düşünceleri vardı.

Ama geldiğimiz nokta itibarıyla baktığımızda, bir bütün olarak okuduğumuzda, Türkiye’nin o dönemde çok zor bir süreçten geçtiğini ve o sürecin bir bütün olarak Türkiye’ye zarar verdiğini asla akıldan çıkartmayalım.

Diğer konularla ilgili de birtakım şeyler söylediğini de biliyorum, bizi de zikrederek bizim Hulusi Paşayla yaptığımız ziyareti de zikrederek birtakım şeyler söylediğini gördüm, sabah ben de baktım ona.

Şunu ifade edeyim: Burada işte geldiler, bizi dinlediler ve gittiler şeklinde birtakım değerlendirmelerin yapıldığı üzüntüyle görüyorum. Yaşanan gerçeklik bu değil. Yani daha önce de ben bunu söylemiştim, biz oraya kendisiyle olan hukukumuza binaen, kimseden herhangi bir talimat ya da direktif olmadan gittik. Fikir alış verişinde bulunduk. O süreç, adaylık süreci, seçim süreci, diğer bölgesel konularla ilgili uzun görüşmelerimiz oldu. İki tarafın da görüşlerini açık, samimi, dürüst bir şekilde dile getirdiği bir müzakere oldu, bir görüşme oldu, bir ziyaret oldu. Şimdi bunu başka yerlere çekmek, geldiler, ben de onlara şunları şunları söyledim ve gönderdim tarzı bunu ifade etmek, yaşanan gerçeklikle uyuşmadığı gibi, hukukumuzla da çok bağdaşmamaktadır. Biz bugüne kadar bu konunun üzerine gitmedik.

Bu görüşmeyi dediğim gibi bizim yapma sebebimiz, bu ziyareti yapma sebebimiz, tamamen kişisel hukukumuza binaen kaygılarımızı paylaşmak amacıyla gerçekleşmişti. Bunu o dönemde de hatırlarsanız çok başka yerlere çekenler oldu. Yok helikopter bahçesine inmiş de ültimatom vermişiz de işte gitmişiz başmışız da falan filan gibi birtakım film senaryoları da yazıldı. İşi hakikati elbette böyle değil. Biz o dönemde kendi fikrimizce, kanaatimizce naçizane doğru gördüğümüz, bildiğimiz şeyleri paylaşmak için oraya gittik. Görüşlerimizi de ifade ettik. Daha sonra da süreç zaten bildiğiniz gibi ilerledi, seçim oldu, Cumhurbaşkanımız yeniden Cumhurbaşkanı olarak seçildi.

Şimdi dolayısıyla o tarihi de böyle yeniden okuyarak yeniden inşa ederek bugünkü siyasi konjonktüre ya da şimdi kendilerinin yeni yeni giriştikleri siyasi sürece uygun hâle getirmeye çalışmak, dediğim gibi bizim açımızdan çok hem yaşanan gerçeklikle uyum arz etmektedir hem de bu ilişkiler açısından daha hassas değerlendirmelerin gerektirdiğini bize hatırlatan bir yaklaşım tarzıdır.”

Soru: “Efendim, kendisi Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurul üyesi olduğu için soruyorum. Sayın Burhan Kuzu’nun yargı üzerinde baskı yaptığına dair iddialar sonrasında Cumhurbaşkanıyla bir görüşmeleri oldu mu ve Sayın Cumhurbaşkanın bu konuyla ilgili bir tepkisi oldu mu? Cumhurbaşkanlığı bünyesinde bu iddialarla ilgili bir inceleme var mı efendim?”

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: “Şimdi bu konuyla ilgili Burhan Kuzu kendisi bu iddiaları ret etmekte, bununla ilgili çeşitli sosyal medya üzerinden özellikle biliyorsunuz cevaplar veriyor, itirazlarda bulunuyor, kendince açıklamalar yapıyor. Bu tabii doğrudan bizi bağlayan bir şey değil. Bir politika kurul üyesi olması hasebiyle buradaki eylemlerini Cumhurbaşkanlığına atfetmek elbette doğru olmaz. Tabii ki geçmişte, onun bir siyasi geçmişi de var, milletvekilliği dönemi vesaire de var. Bununla ilgili kendi açıklamalarını kendisi zaten yapıyor.

Bununla ilgili de bildiğiniz gibi yargıya baskı yapıldı mı diye İstanbul Başsavcılığında bu konuyla ilgili bir soruşturma başlatıldı. Benim şu anda söyleyebileceğim, söz yargıda, hakikat neyse, gerçekler neyse yargı süreci sonunda ortaya çıkartılması herkesin menfaatine olacaktır.”

Soru: “Sayın Sözcü, Moskova’da görüşmelerin üçüncü turu gerçekleşti, siz de bu görüşmeler devam edecek ifadesini kullandınız. Karşılıklı kâğıt alışverişi oldu dediniz. Gelinen noktada Soçi Mutabakatı’nın güncellenmesine ilişkin ya da eski sınırlara dönüşe ilişkin bir adım var mıdır, olumlu bir gelişme? Bu heyetler arası görüşmeler yeni bir tarih olacak mı, nasıl devam edecek? Liderlerin bir görüşmesi olacak mı? Ve ek olarak, özellikle İdlib sahasındaki duruma ilişkin Türkiye’nin NATO’yu çağırması, NATO’yla bir iletişime geçmesi konuya ilişkin mümkün müdür?”

“İDLİB SADECE TÜRKİYE’NİN MESELESİ DEĞİL”

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın: “Şu ana kadarki müzakerelerden bizi tatmin edici bir sonuç çıkmamıştır. Bize sunulan kâğıdı ve haritayı biz kabul etmedik.  Aslında üç aşağı beş yukarı geçen hafta Ankara’da bize sundukları kâğıt ve harita Moskova’da sundukları, biz burada da bunu kabul etmeyeceğimizi zaten ifade etmiş idik. Tabii ki görüşmeler devam edecek. Bunlar ancak müzakere yoluyla çözülecek şeyler, zaten Astana süreci, Soçi süreci bunlar için var.

Demin de ifade ettim, bizim için belirleyici olan çerçeve, üzerinde mutabık kaldığımız Soçi Mutabakatı’dır. Burada askerî gözlem noktalarımızın belirlediği sınırların esas kabul edilmesidir ve derhal orada rejimin Rus destekli saldırılarını bir an önce sona erdirmesidir. Bu genel olarak Soçi Mutabakatı’yla ilgili durum.

Tabii bizim askerlerimiz ve sivillerle ilgili de tabii çok hassas bir süreçten geçtiğimizi ifade etmek istiyorum. Burada bütün taraflara, yani bu anlaşmanın garantörü olan tarafları da dahil ederek söylüyorum; bizim askerlerimize yönelik bir saldırı gerçekleşirse, burada kim yaptı, şu mu yaptı-bu mu yaptı diye bir şeye girmeden gerekli cevap en net, sert bir şekilde verilecektir. Umarım böyle bir durumla karşılaşmak zorunda kalmayız.

NATO meselesine gelince, formel olarak NATO’nun davet edilip edilmemesinden bağımsız olarak burada uluslararası topluma biz çağrımızı yeniliyoruz. Türkiye’ye sadece teşekkür etmek, Türkiye’yi takdir etmek, yaptıklarınızdan dolayı sizi alkışlıyoruz, sizi onaylıyoruz demek yeterli değildir. İdlib meselesi sadece Türkiye’nin meselesi değil. Bugün eğer biz bu hattı tutmazsak yarın İdlib’in tamamı gidecektir, 3-3,5 milyona yakın insan orada rejimin insafına bırakılmak durumunda kalacaktır. Biz tabii ki buna müsaade edemeyiz.

“EL BİRLİĞİYLE REJİMİN İHLALLERİNİN MUTLAKA DURDURULMASI GEREKİYOR”

Öte yandan Türkiye üzerindeki mülteci baskısının giderek arttığını da not etmemiz gerekiyor, bunu herkes görüyor. 4 milyona yakın Suriyeli mülteci zaten ülkemizde, biz bu insanlara kapılarımızı açtık, gönüllerimizi açtık, elimizdeki imkân ve kabiliyetler çerçevesinde onlara her türlü desteği vermeye de devam edeceğiz, bunun temel gerekçesi de insanidir. Bizim orada bir siyasi hesabımız yok, Suriye’nin toprağında gözümüz yok, Suriye’nin olmayan petrollerini ele geçirmek gibi bir hedefimiz yok; böyle bir kaygıyla hareket etmiyoruz. Biz bu insanları, savaştan kaçan, varil bombalarından, kimyasal silahlardan kaçan bu insanlara gönüllerimizi açtık. Onları şu anda İdlib tarafında korumak için de elimizden gelen bütün gayreti gösteriyoruz, göstermeye de devam edeceğiz. Ama dünyanın hâlâ bu olup biten karşısında harekete geçmemesi tabii ki kabul edilebilir bir şey değil, aynı sorumluluğu onlar da paylaşmaktadırlar. Bugün BM’den gelen ateşkes çağrısı elbette yerinde bir çağrıdır, ama bunu kimin enforce edeceği, sahada kimin uygulayacağı, kimin bunun takibini yapacağı konusu ortada kalmamalıdır. Aksi halde rejim, demek ki Türkiye dışında bu sürece, yani İdlib’le ilgili saldırılara, sivillerin öldürülmesine kimsenin bir itirazı yok deyip bundan cesaret alarak bundan sonra da katliamlarına devam edecek demektir. Bu kadar insan öldü, yaklaşık 10. yılına giriyor bakın Suriye krizi, uluslararası toplum ne yaptı dediğinizde siyasi anlamda, insani anlamda, mülteciler anlamında; ortada gerçekten yüz kızartıcı bir tablo var. Yani insan haklarından, insanın onurundan, insanın şerefinden, yaşama hakkından vesaireden bahseden Avrupalılar, Batılılar, maalesef ölenler, öldürülenler, denizde donarak ölen ya da boğularak ölenler Suriyeli olduğunda, doğulu olduğunda, Orta Doğulu olduğunda nedense bu değerlerini bir anda unutuveriyorlar. Şimdi yeni bir kriz kapımızda, bu konuda herhalde uluslararası toplumun çok daha fazla büyük bir çaba içerisinde olması ve rejimi mutlaka bir şekilde durdurması gerekiyor. Biz illa NATO gelsin savaş açsın demiyoruz. Biz Rusya’yla kötü olalım demiyoruz. Ama el birliğiyle rejimin bu ihlallerinin, bu ilerlemesinin mutlaka durdurulması gerekiyor.”

Soru: “Açıklamalarını okudum dediniz. Sayın Abdullah Gül’ün yaptığı açıklama çerçevesinde tercihim tam demokratik parlamenter sistemdir, Türkiye Büyük Millet Meclisi bugüne kadar hiç bu kadar önemsizleştirilmediği yönünde bir ifadesi var. Diğer taraftan aslında muhalefetin buluştuğu ortak nokta da parlamenter sistem vaadi denilebilir. Bu kapsamda bir sistem değişikliğine nasıl bakılıyor, onu sormak isterim. Diğer taraftan da, Hilmi Özkök’ün yaptığı bir açıklama var, 2002-2006 yıllarında o zamanki adıyla cemaat olan Fethullahçılık kanunen bir suç değildi, bu konumda olan kişileri ordudan atmak gibi ağır bir ceza verilebilir mi yönünde bir değerlendirmesi oldu. Bu açıklamaları nasıl değerlendirirsiniz?”

“KUVVETLER AYRILIĞININ EN NET ŞEKİLDE ORTAYA KONDUĞU SİSTEM BAŞKANLIK SİSTEMİDİR”

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: “Şimdi Cumhurbaşkanlığı sistemi-parlamenter sistem konusu çok uzun uzun tartışıldı. Sayın Gül’ün bu konuda farklı bir görüşü olabilir, diğer siyasi partilerin de bu konuda farklı değerlendirmeleri olabilir. Demokratik çoğunluk ve müzakereci demokratik kültür içerisinde biz bunu memnuniyetle karşılarız, bir tartışma konusudur. Ama bu tartışma yapıldı, referanduma gidildi ve bu yeni sisteme geçildi. Kendilerinin ileri dönük böyle bir düşüncesi, böyle bir vaadi olabilir, buna karar verecek olan milletin kendisidir. Bunun için de Cumhurbaşkanımız aslında kendi siyasi geleceği açısından bile, kendi siyasi partisinin geleceği açısından bir risk alarak 50+1 gibi bir çıta koydu ve biz bu sisteme geçtik. Referanduma gittik ve milletimiz de bu sisteme geçilmesi yönünde bir irade beyan etti, şu anda da Türkiye bu sisteme göre yönetiliyor. Dolayısıyla bunu tartışmaya açabilirler, eğer kendilerinin ileride gücü yeterse böyle bir şeyi de yapabilirler. Ama milletin konuştuğu, kararını verdiği, iradesini sandıkta yansıttığı, sistemin değiştiği bir dönemde tekrar tekrar bu konuyu açmak, bundan dolayı Türkiye iyi yönetilmiyor gibi birtakım söylemler geliştirmek, yine bizim ülkemizin siyasi, sosyolojik, toplumsal gerçekleriyle bağdaşmamaktadır. Parlamenter yapının ya da yasama organının zayıfladığına dair iddialar başka yerlerde de yapılmıştı. Hâlbuki herkes biliyor ki hem teorik olarak hem pratik olarak kuvvetler ayrılığının en net bir şekilde ortaya konduğu sistem başkanlık sistemidir. Burada yasamanın kendi kuralları çerçevesinde faaliyetlerine devam etmesi, başkanlık sisteminin de en önemli rükünlerinden birisidir ve bu da pratik olarak şu anda yapılıyor zaten.

Dolayısıyla bu değerlendirmeleri ben ilkesel olarak sistemin tartışılmasından ziyade, işte birtakım siyasi arayışların bir devamı niteliğinde görüyorum açıkçası. Bu tartışmaları buraya çekmek suretiyle belki kendi siyasi müzakere yelpazelerini genişletmeye çalışıyor olabilirler, ama bizim gündemimizde böyle bir sistem değişikliği söz konusu değil. Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’ne göre bu ülke yönetilmektedir, millet bu konuda iradesini ortaya koymuştur. Bizim çabamız, 2023 hedeflerine kenetlenmek suretiyle bu tür suni gündemlerden uzak durarak 2023 hedeflerine nasıl ulaşabileceğimize dair yoğun bir çabanın içerisinde olmaktır. Bizim siyasi, ekonomik, kültürel, bölgesel, diplomatik hedeflerimizin ne olduğu zaten Cumhurbaşkanımız tarafından en üst düzeyde her fırsatta ifade edilmektedir. Dolayısıyla biz bu hedeflere kenetlenmek suretiyle bu tür suni gündemlerden, asıl meseleyi saptıran konulardan uzak durarak yoğun bir şekilde bu hedeflere kenetlenmiş durumdayız.

“FOTOĞRAFI BİR BÜTÜNLÜK İÇERİSİNDE OKUMAMIZ GEREKİYOR”

Hilmi Özkök Paşa’nın açıklamalarıyla ilgili, elbette o dönemde böyle bir yasa olmadığı için uygulama buna göre yapılmıştır. Fakat o dönemin karmaşık yapısını da tekrar hatırlamakta fayda var. Bir dönem biliyorsunuz bu ülkede hiçbir ayrım yapmadan sadece dinî hassasiyetleri olduğu için yahut dinî pratiği olduğu için birçok insanın birçok kurumdan –sadece Türk Silahlı Kuvvetleri’nden değil- atıldığını, ayrımcılığa maruz bırakıldığını, haklarının ellerinden alındığını da hatırlamamız lazım. Dindar diye, eşi kapalı diye, kendisini namaz kılıyor diye, içki içmiyor diye; geçmişte biz bunları yaşadık bu ülkede. FETÖ bu boşluğu kullanarak orduya da sızmış olabilir. Ama hatırlayın, FETÖ’nün Türk ordusuna girişi 2000’li yıllarda başlamadı, AK Parti döneminde başlamadı, bu ta 70’li yıllarda başladı, 80’li yıllarda başladı. Şimdi bütün bu süreci göz ardı edip getirip konuyu bir şekilde AK Parti’ye, Cumhurbaşkanımıza bağlamak da yine tarihî gerçeklerle bağdaşmıyor. O dönemde belli komuta kademelerine gelen askerler iki yılda mı geldiler oraya, üç yılda mı geldiler? Askerî okullara girdiler, buralarda eğitimler aldılar, o hiyerarşi içerisinde yükselerek kıdem kazandılar. Bunlar bir yılda, üç yılda, beş yılda olmadı, bunlar 10 yılda, 20 yılda, 30 yılda oldu. Ama o dönemde biz biliyoruz ki işte irticayla mücadele başlığı altında dindar insanlara dönük çok ağır baskıların uygulandığını hepimiz gördük. Sadece dindar insanlara karşı da değil. O dönemki devlet aklının, devlet zihniyetinin düşman olarak gördüğü bölücü, ayrımcı, gerici vesaire diye gördüğü her kesime karşı, kimi dinî gruplara, kimi etnik gruplara, kimi siyasi gruplara karşı çok büyük baskıların yapıldığı dönemler de oldu. İnsanların en temel vatandaşlık haklarının ellerinden alındığı zamanlar da yaşandı. Bu irticayla mücadele başlığı altında o dönemde de yürütülen birtakım faaliyetler vardı. Ama o başlık altında bir sürü masum insanın da haksızlığa uğradığını biz pek çok defa gördük. Dolayısıyla bu fotoğrafı bir bütünlük içerisinde okumamız gerekiyor. Yani birisi kendi ana dilini konuştu diye bölücü ilan edildiği dönemler oldu. Dinini yaşıyor diye işte gerici vesaire diye ilan edildiği dönemler de oldu. Ama hamdolsun artık bunlar geride kaldı. Bugün Türkiye’de kimse dinî inancından, etnik kökeninden, konuştuğu dilden, yaşam tarzından, siyasi görüşünden, geldiği bölgeden dolayı ne bir kovuşturmaya uğrayabilir, ne bir ayrımcılığa tabi tutulabilir. Bunun karşısında önce devlet, sonra bu milletin akıl ve vicdan sahibi bütün bireyleri dimdik dururlar ve hamdolsun bu dönem de böyle olmuştur. Ve bu konuda da bizim en ufak bir tereddüdümüzün bundan sonra da olmayacağını tekrar ifade etmek isterim.”

Soru: “Efendim, İzninizle iki sorum olacak. Lavrov’un bir açıklaması oldu, gözlem noktalarının arkasından, yani Türkiye’nin ağırlıklı olduğu bölgeden teröristlerin saldırdığı yönünde ve buna karşılığımız da bunun için sert olacaktır gibi bir ifadesi var. Buna yorumunuz ne olur? İkinci sorum da biraz bizimle ilgili izninizle; biliyorsunuz Anayasa Mahkemesinin bir kararı var bu gazetecilerin yıpranmasıyla ilgili, 9 ay da bir süre verdi. Hükümetin bu yönde bir çalışması var mıdır? 9 aylık sürede bu adım atılacak mı, nasıl bir plan var, bununla ilgili bilgi verir misiniz?”

“ASKERÎ GÖZLEM NOKTALARIMIZI BULUNDUKLARI YERLERDE MUHAFAZA ETMEYE DEVAM EDECEĞİZ”

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: “Öncelikle Sayın Lavrov’un açıklamaları sahadaki gerçeklerle uzaktan-yakından ilgisi olmayan açıklamalardır. Biz bunları geçen hafta gelen Rus heyetiyle de haritalar üzerinde açık ve net bir şekilde konuştuk. Belli ki Sayın Bakana eksik ya da yanlış bilgi verilmektedir. Onların iddiası, burada bunu da tavzih etmek isterim; özellikle Hmeymim’de bulunan Rus askerî üslerine dönük saldırıların olduğu şeklinde bize birtakım rakamlar veriyorlar, şu kadar saldırı oldu, bu kadar drone saldırısı oldu. Biz onlara iki tane temel soru soruyoruz. Bir; bu saldırılarda ölen var mı? Yok. İki; bu saldırılar eğer Hmeymim bölgesine geliyorsa siz neden Halep’in doğusunda ve hemen Halep’in güneyinde bu kadar büyük askerî operasyon yapıyorsunuz? Haritayı biraz zihninizde canlandırın lütfen, Hmeymim İdlib’in güneybatısında, bizim kuşatma altına alınan, taciz ateşine maruz kalan askerî gözlem noktalarımız ise İdlib’in güneydoğusunda, arada çok büyük mesafe var. Ve rejimin son 6-8 aydır devam eden askerî harekâtının çok büyük bir kısmı da Hmeymim bölgesinde, yani İdlib’in güneybatısında değil İdlib’in güneydoğusunda ve özellikle de kuzeye doğru, Halep bölgesinde gerçekleşiyor. Buradan herhangi bir Hmeymim’e saldırı vesaire söz konusu değil. Bunu bir bahane olarak kullandıkları çok açık anlaşılıyor, biz bunu daha önce de kendilerine söyledik, bu konuda uyarılarımızı da yaptık.

Ben tekrar ediyorum; oradaki durumun korunması için Soçi Mutabakatı’na derhal geri dönülmesi gerekiyor. Biz askerî gözlem noktalarımızı bulundukları yerlerde muhafaza etmeye devam edeceğiz. Onları sevkiyatla, tahkimatla güçlendirmeye de devam edeceğiz.

Burada teröristlerin korunması, teröristlerin bizim askerî gözlem noktalarımızı kullanarak Rus güçlerine bir saldırı yapması söz konusu değildir; bunu çok açık ve net bir şekilde söylüyorum. Oradaki harekat, rejimin yaptığı bu ihlaller sadece ve sadece daha fazla grupların radikalleşmesine, radikal olanların terörize olmasına hizmet edecektir, bu gerçeği de gözden kaçırmasınlar, bütün dünya da orada olup biteni açık ve net bir şekilde görüyoruz.

Sizin sorunuzla ilgili olarak da; ben ilgili arkadaşlarımızla konuştum. Öncelikle şunu söyleyeyim tabii, Anayasa Mahkemesi’nin verdiği bir karar var, bu çerçevede Bakanlık tabii ki bir çalışma yapacak. Özellikle basın meslek mensuplarının haklarının iyileştirilmesi konusunda İletişim Başkanlığımızın önümüzdeki yakın vadede, bir-iki hafta içerisinde bir çalıştayı olacak, ilgili bütün tarafları, paydaşları bir araya getirerek bu konuyu detaylı bir şekilde ele alacaklar. Bakanlığımız da, Aile Çalışma Sosyal Hizmetler Bakanlığımız da, Bakan Hanımla da konuştum, bu konuda bir çalışma yapacaklar. Karar tabii yeni. Yani burada basın mensuplarının herhangi bir hak mağduriyetine uğramaması için neler yapılabilir, bunları da detaylı bir şekilde görüşecekler. Yani önümüzde bir zaman dilimi var, umarım bu süre içerisinde bu konuda tatmin edici, yani hem gazetecileri hem işverenleri hem kamuyu takdim edici bir çözüme ulaşmak mümkün olacaktır.”

“DERHAL MİSLİYLE VE FAZLASIYLA KARŞILIK VERİLDİ”

Soru: “Efendim, Hafter güçlerinin Libya’da Trablus Limanı’na roketli saldırı düzenlediği haberleri yansıdı, bu konu Kabine’de gündeme geldi mi?  onların iddiasına göre Türk gemisinin vurulduğu belirtiliyor. Bu konuda son durum nedir, yeni bir adım atılması mümkün müdür?”

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: “Bu konu gündeme geldi. Bir taciz atışı oldu, isabetsiz bir atıştı. Derhal misliyle ve fazlasıyla karşılık verildi. Bu dün gece gerçekleşen bir hadise, o yüzden bizim karşılık vermemizden sonra da durumun son derece sakin olduğunu ifade edebilirim.”

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.