CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak, "İdlib’de topçu ateşi sonucunda 5 şehidimiz varmış. Şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyoruz. Milletimize, ailelerine sabır diliyoruz. Ama şimdi söyleyeceğim zaten İdlib’de durum giderek ciddileşiyor. Sahada her an bir sıcak çatışma için aslında tüm koşullar hazırlanmış durumda. Küçük bir kıvılcım bu durumu sıcak savaşa dönüştürme eğilimini taşıyor. Türkiye İdlib’deki gözlem noktalarındaki askerlerini mutlaka korumalıdır. Ama bölgedeki bazı radikal unsurları korumak için çatışmaya hiçbir şekilde girmemelidir diyoruz baştan beri. Türkiye’nin askeri yığınağı, sadece ve sadece kendi askerlerimizin ve sınırlarımızın güvenliği için kullanılmalıdır." dedi.
CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak bugün Genel Merkez’de, MYK gündemine dair düzenlediği basın toplantısında; Merkez Yönetim Kurulu toplantımız halen devam ediyor. Bugün Kurulumuzun gündeminde; arka arkaya yaşadığımız gösterdiği yönetimde liyakat sorunu; Başkentgaz, Kızılay ve Ensar, Türken Vakfı üçgeninde gerçekleşen skandallar; ekonomi yönetiminin giderek artan otoriterleşme eğilimi ve İdlib’de artan gerilim vardı.
"İNSANLARIN NASIL ÖLDÜĞÜNE BAKIN"
Son iki haftada ülkemiz ve milletimiz arka arkaya büyük felaketler yaşadı. İlkin Elazığ ve Malatya illerimizi etkileyen depremde 41 vatandaşımızı kaybettik, 1607 vatandaşımız ise yaralandı. Elazığ’daki binaların dörtte biri yıkıldı, ağır hasar gördü. Ardından geçtiğimiz hafta Van Bahçesaray’da aynı yerde yaşanan iki çığ felaketinde toplam 41 yurttaşımız yaşamını yitirdi. 84 yurttaşımız ise yaralandı. İkinci çığ, arama ve kurtarma çalışmaları esnasında meydana geldi. Daha deprem ve çığ felaketinde yitirdiğimiz canların şokunu atlatamamışken bu sefer İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanı’nda yürekleri ağızlara getiren bir kaza ile canımız yandı. Pistten çıkan uçakta üç yurttaşımız yaşamını kaybetti. Onlarca yurttaşımız yaralandı. Albert Camus: “Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın” demiş. Çok doğru bir söz. Bir ülkede insanlar pisipisine ölüyorsa, insanların canının bir değeri yoksa o ülkeye “gelişmiş bir ülkedir, medeni bir ülkedir” demek mümkün değildir. Türkiye’de insanların nasıl öldüğüne baktığımızda, tablo gerçekten içler acısı.
"ÇIĞ TÜNELİ YAPILMADI"
Yani bu iş kazalarında falan rekor kırmamızdan bahsetmiyorum. Bakın, Elazığ’da deprem olacağını biliyor muyduk? Biliyorduk. Sağır Sultan biliyordu. Kaç senedir hazırlanan raporlar, Meclis’te verilen araştırma önergeleri var. Peki tedbir alındı mı? Hiçbir tedbir alınmadı. Van’da çığ olan bölge, bir çığ bölgesi mi? Evet çığ bölgesi. Peki buraya neden çığ tüneli yapılmıyor? Çığ olduğunda, kurtarma protokolleri belli. Bu protokollere bu kurtarma sürecinde uyuldu mu? Pek de uyulmadığı anlaşılıyor. Çığın gürültüye hassas olduğu bilinmiyor muydu? Biliniyordu. Çığ tehlikesini önleyecek tedbirleri neden almadık?
"PİST YORGUN, İKİNCİ PİST BİTMEDİ"
İstanbul’da pistten çıkan uçağa gelelim… Kaza raporu henüz çıkmadı. Ancak aynı havayolu şirketinin geçmişte benzer kazaları var mı? Var. Sert rüzgâra ve uyarıya rağmen pilot pisti neden pas geçmedi? O da belli değil. Kazadan sonra kurtarma işlemleri düzgün yapıldı mı? Hayır! Yaralılar kan revan içinde ring otobüsleriyle taşındı. Bunun görüntüleri var her yerde. Uçağın iniş yaptığı pist yorgun mu? Ulaştırma Bakanı söylüyor pist yorgun. Peki aynı havalimanında, yıllar önce bitmesi gereken bir ikinci pist var bu neden bitmemiş? Hep söylüyoruz liyakatin olmadığı yerde felaket olur. Son 15 günde yaşadıklarımız bunu apaçık ortaya koyuyor. Bunca insanımızı pisipisine kaybettik. Çünkü tedbir almakla görevli olan yönetim işini yapmıyor.
"BİR YANDA BÜYÜK ACI, BİR YANDA ÇAY POŞETLERİ"
Daha önce şehit tabutlarının üzerine elini koyup nutuk atan Erdoğan, 41 yurttaşımızın çığ altında öldüğü gün de Kırıkkale’de miting yapıp, milletin kafasına çay poşetlerini fırlatıyordu. Bu sırada da tüm kanallar, özellikle de yandaş kanallar ekranı ikiye bölmüşler, bir yanda can pazarı yaşanan çığ felaketini gösteriyorlar, diğer yanda ise Erdoğan’ın mitinginde vatandaşın kafasına fırlattığı çay poşetlerini gösteriyorlardı. Çığ düşmüş, insanlar ölmüş, büyük acılar var. Bunlar ne Erdoğan’ın ne de yandaş medyanın umurunda. O parti mitingi her şeyden önemli. Böyle acı bir günde bile, partinin şapkasını çıkarmayacaksanız ne zaman çıkaracaksınız, bu acı günlerde ne zaman tüm ülkenin Cumhurbaşkanı olacaksınız? Milletimiz böylesine bencil, bu kadar kibirli, değerlerimizden kopmuş bir iktidarı bundan önce hiç görmedi. Diriyi geçtik, ölülere bile saygıları kalmadı.
"14 AYDA BİTECEK PİST, 42 AYDA BİTMEDİ"
Bu iktidarın yönetiminde gün geçmiyor ki yeni bir skandal ortaya çıkmasın. Daha bir skandal tartışılıp, sonuca bağlanmadan, bir diğeri patlayıveriyor. Sabiha Gökçen’deki kazanın ardından, normal bir demokraside yeri yerinden oynatacak, yepyeni bir skandal ortaya çıkıyor. Şimdi bu havalimanında ikinci pist ihtiyacı uzunca bir zamandır biliniyor değil mi? Bunun için aslında idare iki etapta ihaleye çıkmış. İlk etap ihale 5 Ağustos 2014. İkinci ihale ise 7 Haziran 2016’da yapılıyor. İhale Makyol İnşaat’a veriliyor. Makyol İnşaat da pisti 14 ayda bitirmeyi taahhüt ediyor. 2017 Ağustos ayında ikinci pistin tüm alt ve üst yapısıyla aslında bitirilmesi gerekiyor. İhaleyi alırken 14 ayda bitecek denilen pist, 42 ayda bitirilemiyor. Neden? Nedeni hakkında ne resmi, ne de gayrı resmi bir açıklama var. Ama bu ülkede gerçekten Allahtan gerçek gazeteciler var. Bu şekilde bazı gerçekleri öğrenebiliyoruz. İkinci pistin inşaatını alan Makyol İnşaat, işi bir taşeron firmaya vermiş. Bu öyle alelade bir taşeron firma değil. Bu taşeron firmanın ortakları arasında Makyol’un kendisi var, birde üçüncü havalimanını işleten Cengiz ve Kalyon İnşaatlar var. Şimdi tabi sorulması gereken soru şu, ihaleyi alan firma neden sonradan işi kendisinin de ortağı olduğu başka bir firmaya taşere etme ihtiyacı duyuyor? Bu da bu dönemde artık kanıksadığımız alengirli işlerden bir tanesi herhalde. Bu taşeron firmanın ortakları dünyanın en büyük havalimanlarından biri olan İstanbul Havalimanını 52 ayda tamamlayan müteahhitler. Bunlar nasıl oluyor da Sabiha Gökçen’de tek bir pisti 42 ayda tamamlayamıyorlar?
"ARTIK SİZ NE KADAR TAKDİR EDERSENİZ"
Diğer yandan üçüncü havalimanını işleten bu müteahhitlere, rakip bir havalimanının pist ihalesinin verilmesi, bir “çıkar çatışmasına” neden olmuyor mu? Rekabet Kurumu bu işi inceledi mi, incelemedi mi? Her şeyi inceliyor buna niye bakmadı? Aslında meşhur bir fıkra vardır. Tavuk kümesine bekçi arıyorlarmış. Tilki de başvurmuş. Mülakatlar, sınavlar derken, tilkiyi işe almaya karar vermişler. Kümesin sahibi “Sizi işe alacağız. Ne kadar maaş istersiniz?” diye sormuş. Kahkahalarla gülmeye başlayan tilki, “Kusura bakmayın ben gülmekten konuşamıyorum. Artık siz ne kadar takdir ederseniz” demiş. Durum tam da bu. Şimdi bu olan biteni sorgulamayacak mıyız? Boşuna demiyoruz. Liyakatin olmadığı yerde felaket oluyor. Türkiye yönetilmiyor, Türkiye savruluyor.
"2017’DE TEK KURUŞ VERGİ ÖDEMEDİ"
Tek adam rejiminde her hafta yeni bir skandal patlıyor demiştim. Geçtiğimiz hafta Başkentgaz, Kızılay, Ensar ve Türken Vakıfları ekseninde yaşanan skandalı konuşmuştuk. Bir kez daha hatırlatalım. Amerika’nın en lüks semtinde yurt yapıyoruz denerek bir gökdelen saray dikiliyor. Yapan: Erdoğan ailesinin de yönetiminde olduğu Türken Vakfı. Özelleştirmeden ucuza kapatılan, o dönemin Başbakanı Erdoğan tarafından da ucuza gittiği itiraf edilen Başkentgaz, Amerika’daki gökdelen için 8 milyon dolar göndermek istiyor. Bağış yapmak istiyor. Şirket bu parayı doğrudan söz konusu vakfa bağışlamak yerine, ABD’ye göndermek yerine önce Kızılay üzerinden, Ensar Vakfı’na, Ensar Vakfı üzerinden de Amerika’daki Türken Vakfına gönderiyor. Para transferi her nedense bir şekilde peçelenmek, gizlenmek isteniyor. Herkes bu işten dolayı ülkenin uğradığı vergi kaybını tartışırken; bir de bakıyoruz söz konusu gaz dağıtımı şirketine 2016 yılında GYO statüsü verilmiş. Şirketin, 2017’de tek kuruş vergi ödememesinin yolu açılmış. Şirket de aynı yıl 8 milyon doları Türken Vakfı’nın hesabına New York’a gökdelen diksin diye Kızılay’a bağışlamış. Şirketten veya bu statüyü veren devlet yetkililerinden bu konuda, şu ana kadar bir açıklama yok. Ama şirketin sosyal medyada bir savunucusu var o da Kızılay Başkanı.
"BU PİLAV DAHA ÇOK SU KALDIRIR"
Skandalın bir diğer aktörü de Ensar Vakfı. Geçtiğimiz hafta 2018 Haziran ayına kadar vakfın bu parayı Türken’e gönderdiğine dair elde bir belge yok dedik. Bunu da ABD vergi dairesinin aldığımız belgelere dayandırdık, size de dağıttık. Ardından Ensar Vakfı birtakım dekontlar yayımladı. Ensar Vakfı parayı 4 taksitte Amerika’ya gönderdiğini iddia etti. Ancak paranın Türken’e transferinin; gaz şirketinin Kızılay’a parayı göndermesinden neredeyse tam bir yıl sonra, 5 Kasım 2018’de başladığı ve 15 Şubat 2019 tarihinde bittiğini gösteriyor bu belgeler. Neden bir yıl boyunca para Ensar Vakfının hesabında kalıyor? Geçtiğimiz hafta söylemiştim. Bu pilav daha çok su kaldırır.
"SARAY SOSYETESİNE HER ŞEY MÜBAH"
Şimdi bir başka konu. Zonguldak Milletvekilimiz Deniz Yavuzyılmaz, TBMM Kit Komisyonu’nun üyesi kendisi. ABD’deki Türken Vakfı’nın Genel Sekreterinin, Eti Maden’in ABD’de kurduğu Etimine-Usa şirketinde, bugünkü kurdan, 89 bin lira maaş karşılığında çalıştığını ortaya çıkardı. Yandaş şirketin 8 milyon dolar bağışladığı Vakfın Genel Sekreteri, devletten astronomik maaş alan bir devlet çalışanıymış. Bir daha hatırlatıyorum. Türken Vakfı kimin? Erdoğan ailesinin sahip olduğu Türgev Vakfı ile Ensar Vakfı’nın. Bu vakıfta devletin, milletin cebinden verilen maaşla çalışan birinin Genel Sekreterlik yapması normal mi? Hayır. Ama saray sosyetesine mensupsanız size her şey mubah.
Ne güzel diyor Tevfik Fikret:
Bütün bu nazlı beylerin ne varsa ortalıkta say;
Haseb, neseb, şeref, oyun, düğün, konak, saray;
Bütün sizin efendiler, konak, saray, gelin, alay;
Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır, kolay kolay...
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
"BATSIN BÖYLE İTİBAR"
Bir tarafta sarayın vakıflarında çalışanlara 89 bin liralık maaşlar; diğer tarafta “çocuklarım aç” diyerek yaşamına kıyan yurttaşlar. Hatay Valiliği önünde “çocuklarım aç” diyerek intihar eden Adem Yarıca’nın şu fotoğrafına herkesin çok iyi bakması gerekir. Herkes şapkasını önüne koyup, düşünecek. Ama en çok bu devleti yönetenler düşünecek. Devlet nedir? Kimsesizlerin kimsesidir. Peki devleti yöneten kim? Saray. Eğer iktidar itibardan tasarruf olmaz diyerek, saraylara, uçaklara, lüks araba filolarına milyarlar harcarken, bu milletin küçücük çocukları yatağa aç giriyorsa, bu nedenle de babalar çocuklarını doyuramadığı için yaşamlarına son veriyorsa, o itibarınızı, kim ne yapsın? Batsın böyle itibar! Birde iktidar kanadından bu acı çaresizliğe “ucuz siyasi manevra” denerek, bu ölümü itibarsızlaştırmaya çalışanlar var. Artık ne ayıbı biliyorlar ne de günahı…
"EN ÖNEMLİ AÇIK, VİCDAN AÇIĞI"
Ekonomik krizler bir şekilde aşılır. Ancak bir toplumu, toplum yapan değerlerde kriz başlarsa, o toplum artık geleceğine güvenle bakamaz. Bugün Türkiye’nin en önemli açığı; çok açık söylüyorum ne cari açıktır ne de bütçe açığıdır. Bugün Türkiye’nin en önemli açığı; toplumsal vicdanda büyüyen açıktır. Bunun telafisi yoktur. Bizler “komşusu açken tok yatan bizden değildir” diyen bir peygamberin dinine mensubuz. Ve yine peygamberimizin ifadesiyle “din, güzel ahlaktır.” Bu ülkede bir baba evlatlarım aç diyerek yaşamına kıyıyorsa, herkes gibi o ülkenin Diyanet İşleri Başkanı da tüm işi gücü bırakıp buna kafa yormalıdır. Ama bu konularda tek bir kelam etmeyen Diyanet İşleri Başkanı, anlaşılan orta çağ papalığına özenip, cennette emlak pazarlamaya girişmiş. Kimse kusura bakmasın; buna “balık baştan kokar” denir.
"SARAY BAL DEYİNCE, AĞIZ TATLANMIYOR"
AK Parti’ye gönül veren kardeşlerimiz, elbette partinizi sevin. Ama gördüklerinizi de, duyduklarınızı da lütfen vicdan terazisinde bir tartın. Sarayın “bal” demesiyle, milletin ağzı tatlanmıyor. Bakın saraya göre, geçtiğimiz yıl, ekonomimiz yeniden yükselişe geçmişti. Geçtiğimiz yıl yani 2019 yılında yükselişe geçtik dedikleri yılda. Gaziantep’te, Şahinbey Belediyesi’nin önünde, işsiz bir gencimiz kendini yaktı. Adana’nın Seyhan ilçesinde bir başka gencimiz borçları nedeniyle bunalıma girerek, kendini apartmandan aşağı attı. Aydın’ın Efeler ilçesinde bir çiftçimiz, geçim sıkıntısından dolayı evinin bulunduğu yerdeki ahırda yaşamına son verdi. İstanbul Fatih’te geçim sıkıntısı nedeniyle hatırlayın dört kardeş yaşamına kıydı. Antalya’da bir baba maddi zorluklar nedeniyle eşini ve iki çocuğunu zehirledikten sonra intihar etti. 2019’da bunun gibi daha nice sönen hayatlar oldu. Ama saray 2019’da yükselişe geçtik diyebiliyor. Bu yükselişse çakılmak ne ola ki?
"LİYAKATİN OLMADIĞI YERDE FELAKET OLUR"
Şimdi de kalkmışlar bu yıl ekonomi şahlanacak diyorlar. Ama insanlarımız açlıktan yaşamına kıymaya devam ediyor. İktidar istiyor ki bunlar görülmesin, duyulmasın, konuşulmasın. Ama bunun sonundaki toplumsal felakette hızla yaklaşıyor. Söylüyoruz, “liyakatin olmadığı yerde felaket olur”, “Türkiye yönetilmiyor, Türkiye savruluyor” diye.
İŞSİZLİK “YAPIŞKAN”
Bugün TÜİK Kasım ayı işgücü, istihdam ve işsizlik rakamlarını açıkladı. Bunlar aynı zamanda 2019’un son üç ayına ait rakamlar. 2019’un başında damat 2,5 milyon ilave istihdam sözü vermişti. Bırakın 2,5 milyon istihdamı insanlar bu yıl işlerini kaybettiler. Çalışan sayımız halen iki yıl öncesinin 346 bin altında. Resmi rakamlarla işsiz sayısı son bir yılda 327 bin kişi arttı, 4 milyon 308 bin kişiye ulaştı. İşsizlik oranı da aynı dönemde yaklaşık 1 puan artarak, yüzde 13,3’e çıktı. Tabi bir de gerçek işsizlik rakamı var. İş bulma ümidini yitirmiş veya diğer nedenlerle iş gücü piyasasından çekilmiş ama iş bulsam çalışırım diyenler, eksik ve yetersiz istihdam edilenleri ve mevsimlik çalışanları topladığımızda gerçek işsizlik rakamı son bir yılda 235 bin kişi artarak 7 milyon 677 bin kişi olmuş. Gerçek işsizlik oranımız son bir yılda yarım puan artmış ve yüzde 22,1 olarak gerçekleşmiş. Genç ve üniversitelilerin işsizliği ise gerçekten son derece düşündürücü ve üzücü bir seviyede. Aslında baktığımız zaman her 100 işsizden 27’si bir yıl veya daha uzun süredir işsiz. Biz bunu çok görmedik. Bu işsizliğin ne kadar yapışkan olduğunu gösteriyor.
"RAKAMLAR MAKYAJLI"
Tabi bunlar asında makyajlı rakamlar. Ama görüyorsunuz makyajlı rakamlar bile bir facia. Çalışma çağındaki nüfus son bir yılda 944 bin artmış. Şimdi TÜİK bunu böyle söylüyor evet ama sadece 182 bin kişi iş aramak için işgücü piyasasına girmiş. 944 bin kişi çalışma çağındaki nüfus artmış, 182 bin kişi iş aramış. Yani 762 bin vatandaşımız evine gidip oturmayı tercih etmiş. Peki hani işler toparlanıyordu? Hani ekonomi şahlanıyordu, yükselişe geçiyordu? O zaman neden yurttaşlarımız iş aramıyor, neden işgücü piyasasına girmiyor? Herhalde damat ve saray mahcup olmasın diye. Eğer geçtiğimiz yılın Kasım ayında olduğu gibi yurttaşlarımız o oranda iş gücüne katılmış olsalardı işsiz sayısı TÜİK’in ilan ettiği gibi 4 milyon 308 bin değil; 4 milyon 626 bin olacaktı. İşsizlik oranı da yüzde 13,3 değil yüzde 14,1’e çıkacaktı.
"TÜİK BAŞKANI HAKKINDA OMBUDSMANA BAŞVURACAĞIZ"
Açık söyleyeyim, geçen defada söyledim. Artık hem enflasyon hem işsizlik rakamına dair TÜİK’in ürettiği rakamlar kabak tadı vermeye başladı. Bu nedenle çok açık söyleyeyim önümüzdeki günlerde TÜİK Başkanı hakkında ombudsmana yani kamu denetçisine başvuracağız. Hep onun için liyakat önemli, liyakat önemli diyoruz. Yani bu işin başına gelenler eğer liyakati bir yana bırakıp saraya yaranmaya çalışırlarsa vatandaşa doğru bilgi vermemiş oluyorlar.
"SARAY’IN ELİNE YENİ DEĞNEK"
Şimdi aslında baktığımız zaman temel sorun şu, iktidar bir türlü ekonomideki sorunları çözmek için güven uyandıracak, tutarlı, kapsamlı bir programı ortaya koyamıyor. Onun yerine ekonomiyi makyajla, sopayla, komutayla idare etmeye uğraşıyor. Bunun son örneğini birkaç gün önce TBMM’ye verilen bir kanun teklifiyle gördük. Saray koridorlarında hazırlanıp iktidar milletvekillerinin ellerine tutuşturulan bu teklifle, sektör yetkililerinin görüşü bile alınmadan, bankacılık konusunda önemli değişiklikler yapılmaya hazırlanılıyor. Anlaşılan Rekabet Kurumu eliyle mesai saati bitiminde bankalara baskın yapmak yetmedi, şimdi saray eline yeni değnekler verilsin istiyor. Yabancı bankalar bunu gördüğü zaman kaçmaya başlıyorlar.
"KANUNSUZ SUÇ VE CEZA OLMAZ"
Şimdi bu yasa teklifinde şu deniyor, “manipülatif ve yanıltıcı işlem yapan”lara ceza verilsin. Bu doğru verilsin. Ama ardından bir başka bir şey geliyor neyin manipülatif ve yanıltıcı işlem olduğuna BDDK karar versin diyorlar. BDDK kimin emrinde? Damadın. Bu ne demek? Yani hukukun temel kuralı var. Kanunsuz suç ve ceza olmaz. Eğer bir suçun tanımı yapılacak ve ona bir ceza biçilecekse; o suçun tanımı da, cezası da o kanunda yapılır. Yani siz bir organı nasıl yasama organı yerine geçirirsiniz? BDDK’nın çıkaracağı bir yönetmelikle suç belirlenmez.
"KUZEY KORE GÖMLEĞİ TÜRKİYE’YE DAR GELİR"
Sarayın ve sosyete damadın şunu bilmesi lazım; Kuzey Kore gömleği bizim ülkemize dar gelir. Tehditle, sopayla, kamu bankaları eliyle TCMB rezervlerini tezgâh altından satarak ekonomide basıncı bir noktaya kadar kontrol altına alabilirsiniz, ama sonunda bu iş patlar. Geçtiğimiz hafta Hazine yurtdışından iki ihaleyle tek bir günde 4 milyar dolar borçlandı. Bu, aslında bir günde yapılan Türkiye Cumhuriyet tarihinin en yüksek borçlanması. Peki ne oldu? Aynı hafta içinde kamu bankaları doları 6 liranın altında tutabilmek için 4 milyar dolar döviz sattılar. Ne oldu? O kadar faizle aldığınız paralar gitti. Ama dolar 6 liranın altına inmedi. İnmeyince hafta sonunda tedbir alındı bu sefer. “Bankaların yurtdışıyla yaptığı döviz takasına yenden sınır” getirildi. Yüzde 25’ten yüzde 10’a indirildi. Şimdi buradan bir kez daha uyaralım. Artık cambazlık yapmayı bırakın. Sonu belli olan oyunları oynamayın. Borçlanarak alınan sınırlı dövizleri kamu bankaları eliyle satarak, piyasayı sopa ile tehdit ederek, yasaklar getirerek, faizleri suni şekilde aşağıya çekerek Türk lirasının değerini koruyamazsınız. Türk lirasının değerini korumanın tek yolu vardır. O da vatandaşlarımızın kendi parasına olan güvenini sağlamaktır. Bunun yolu da daha fazla üretim, daha fazla verimlilik. Bunları yapmak suretiyle enflasyonu kalıcı bir şekilde aşağı çekmektir.
"ŞEHİT HABERİ TOPLANTIDA GELDİ"
Suriye ve İdlib’de tansiyon durulmuyor. Rus yetkililerle Ankara’da görüşmeler yapılırken, Suriye rejimi İdlib’de kontrolü altındaki alanları genişletiyor. Suriye topraklarındaki askeri tahkimatımız ise giderek artıyor. Maalesef sahada her an bir sıcak çatışma için… Evet arkadaşlar İdlib’de topçu ateşi sonucunda 5 şehidimiz varmış. Şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyoruz. Milletimize, ailelerine sabır diliyoruz. Ama şimdi söyleyeceğim zaten İdlib’de durum giderek ciddileşiyor. Sahada her an bir sıcak çatışma için aslında tüm koşullar hazırlanmış durumda. Küçük bir kıvılcım bu durumu sıcak savaşa dönüştürme eğilimini taşıyor. Türkiye İdlib’deki gözlem noktalarındaki askerlerini mutlaka korumalıdır. Ama bölgedeki bazı radikal unsurları korumak için çatışmaya hiçbir şekilde girmemelidir diyoruz baştan beri. Türkiye’nin askeri yığınağı, sadece ve sadece kendi askerlerimizin ve sınırlarımızın güvenliği için kullanılmalıdır.
"FETÖ 2013’TE ORTAYA ÇIKMADI"
Son olarak, bir süredir emekli Genelkurmay Başkanı Başbuğ’un düşüncelerini ifade etmesi üzerinden bir tartışma yürüyor. İktidar istiyor ki; “FETÖ’nün siyasi ayağı tartışılacaksa bunun miladı 17-25 Aralık 2013 sonrası olsun.” Öncesi, siyasi ayak tartışmalarına hiç konu olmasın. Ama kimya biliminin temel kanunlarından biridir “hiçbir şey vardan yok olmaz, yoktan da var olmaz”. FETÖ denen örgüt 26 Aralık 2013 tarihinde birden ortaya çıkıvermedi. Öncesinde himaye gördü, askeriyeye, adliyeye, camiye ve devletin tüm kılcal damarlarına yerleştirildi. Bunların tümü bizlerin ve devlet organlarının uyarılarına rağmen yapıldı. Şimdi maksat üzüm yemek mi bağcıyı dövmek mi? Eğer FETÖ’nün siyasi ayağı gerçekten ortaya çıkarılacaksa Sayın Başbuğ önemli bir noktaya işaret etmiştir. Üzüm yenecekse ipin ucunu buradan çekerek sarmak lazımdır. Ama anlaşılan iktidarın derdi üzüm yemek değildir. Dert bağcıyı dövmektir.
Benim diyeceklerim bu kadar. Şimdi kurum kimliklerinizle beraber sorularınız varsa alabilirim.
Soru- Kıbrıs Cumhurbaşkanı Akıncı’nın sözleri vardı, “Kıbrıs Türk’tür Türk kalacaktır siyaseti 1950’lerin sloganıdır” dedi. Buna CHP’den bir tepki var mıdır?
Faik ÖZTRAK- Bugün bu ülkede Kıbrıs konusundaki duruşu en net parti Cumhuriyet Halk Partisi’dir. Bakın bunu çok açıkça ifade ediyorum. 1974’te biz neredeysek bugünde oradayız. KKTC’nin Cumhurbaşkanının sözleri büyük talihsizliktir ve son derece vahimdir. Hele hele konuşmasının içinde yersiz bir biçimde, anlamsız bir biçimde Sayın Tayfur Sökmen’in adını geçirmesi kabul edilebilir bir husus değildir. Sayın Sökmen, Mustafa Kemal Atatürk’le birlikte Hatay davasını sonuçlandırmış kişidir. KKTC adı üstünde bizim gözümüzde bağımsız bir devlettir. Bağımsız bir devlet olarak tanınması içinde elden gelen yapılmalıdır. Ama bugün kalkıp da siz KKTC’nin ilhakından falan bahsetmeye başlarsanız bu kabul edilebilir bir husus değildir. Olsa olsa içerdeki seçim baskısı nedeniyle tarih bilincinden yoksun sarf edilmiş sözlerdir diye düşünüyorum.
Soru- Efendim İzmir ve İstanbul il kurultaylarınızı tamamladınız. Ancak İstanbul özelinde tek adayla blok listeyle seçimin yapılmasına yönelik bazı eleştirilerin olduğu belirtiliyor. Buna ilişkin değerlendirmeniz nedir?
Faik ÖZTRAK- Ne gibi eleştiriler var bilmiyorum. Sonuç itibariyle bütün bu hususlar o salonda oturan il delegelerinin iradesiyle belirleniyor. Dolayısıyla bizim il delegelerimizin iradesini eleştirmek gibi bir yaklaşımımız olamaz. Başkalarının da böyle bir eleştiri yapmasını kabul edemeyiz.
Soru- Dünkü Büyük Kudüs mitingine AK Parti ve MHP’den katılım olmadı bunu nasıl değerlendirirsiniz?
Faik ÖZTRAK- Dünkü Büyük Kudüs mitingi oldukça görkemliydi. Tabi AK Parti ve MHP’nin bu mitinge katılmaması kendi tercihleri. Ama orada bulunanlar açısından ve Büyük Kudüs davası açısından bu bir eksiklik değildir.
Soru- Efendim Sayın Genel Başkan Kılıçdaroğlu Yeniçağ gazetesi’ne verdiği röportajda da bahsetmişti. Yani bu düzenlemeyle ilgili askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasıyla ilgili o önergeyi gecenin bir yarısı Sadullah Ergin’e kim dikte etti, talimatı kim verdi dedikten sonra aslında cevabını da veriyor Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı işaret ediyor. Sadullah Ergin’de bugün bir açıklama yaptı o zamanki düzenleme için bireysel değil iktidar partisinin, hükümetin, meclis grubunun ortak iradesini yansıtan bir çalışma idi bu çalışma diyor. Bir buna yanıtınız ne olur?
İkincisi de bu Zindaşti’yle ilgili HSK soruşturmasında ifadesi alınan savcı ve hakimlerin Burhan Kuzu’nun baskısı üzerine bu kararı verdikleri, Burhan Kuzu cephesinden kendilerine baskı yapıldığını ifade etmelerini nasıl değerlendirirsiniz?
Faik ÖZTRAK- Şimdi birinci soruya şöyle cevap vereyim. Yani bunun o grubun AK Parti grubunun ortak iradesi haline geldiği görülüyor zaten verilen oylardan. Ama Genel Başkanımızın sözünü ettiği bu iradenin bu şekilde oluşması, gece yarısı kimsenin haberi olmadan baskın bir önergeyle kim tarafından istenmiştir, buna bakmak lazım. FETÖ’nün siyasi ayağını arıyorsanız bu işi başlatanı bulacaksınız. Ortak irade haline gelmesi tamam onda hiç şüphe yok görüyoruz zaten. Ama ondan önce bunun ortak irade haline gelmesini kim istemiştir, kim başlatmıştır? Aradığımız budur.
Şimdi bu iddialar daha öncede yer almıştı. Şimdi anladığım kadarıyla ilgili yargıçların ifadeleri yayınlanmış orada geçiyor değil mi bunlar? Tabi bunun gereği yapılmalıdır. Bu iş 17 – 25 Aralık’tan sonra değil mi?
Soru- (Sayın Genel Başkan’ın FETÖ’nün siyasi ayağı konusunda Grup Toplantısı’nda açıklama yapıp yapmayacağı il ilgili soru üzerine)
Faik ÖZTRAK- Yarın hep beraber göreceğiz Genel Başkanımızın grup konuşmasında hep beraber izleyeceğiz.