AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, "İdlib'deki durumun yeniden kontrol altına alınmasıyla ilgili olarak Türkiye gerek Rusya ile gerekse diğer taraflarla çalışmalarını sürdürüyor" dedi.
Konuşmasına merhum Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan'ı rahmetle anarak başlayan Çelik, bir millete karşı işlenebilecek en alçakça suçun darbe olduğunu ifade etti.
Türkiye'nin bu acı tecrübeyi defalarca yaşadığını ve 60 ihtilalinin ise bütün darbelerin anası olarak bilindiğini aktaran Çelik, Türkiye'nin en son 15 Temmuz FETÖ darbe girişimine büyük bir iradeyle karşı koyduğunu dile getirdi.
Çelik, darbelerin milli çıkarlar için yapıldığının iddia edildiğini, ancak her darbenin aslında milli iradeyi gasbedilerek bunu milli irade düşmanlarına teslim etmenin kompozisyonundan başka bir şey olmadığını vurguladı.
"Darbe bir millete karşı işlenmiş en büyük suçtur"
FETÖ darbe girişiminin de bir işgal girişimi olarak aynı amaca hizmet etmek istediğini işaret eden Çelik, 60 ihtilalinin yıllarca bayram olarak kutlandığını anımsattı.
Çelik, "Halen bakıyorsunuz merhum başvekilimizin ve bakanlarımızın şehit edilmeleriyle ilgili süreci anlatan pek çok kitapta, pek çok değerlendirmede hala birtakım mazeretler üretilmeye çalışıldığını, bu sonuca ister istemez ulaşıldığını, mecburen gidildiğini ifade eden bir çok analiz, bir çok kitap halen yürürlükte dolaşıyor, yeni yazılanların bazılarında da var. Sebebi ne olursa olsun, süreç nasıl işlerse işlesin ve sonucu ne olursa olsun darbe bir millete karşı işlenmiş en büyük suçtur." diye konuştu.
Önceki darbelerde çekilen acının telafi edilmesi için milletin demokrasiyi geliştirip büyüttüğünü ve büyük demokratik bilinç ortaya koyduğunu kaydeden Çelik, son büyük darbe girişiminin de bu bilinçle püskürtüldüğünü bildirdi.
"Hak edilmiş bir demokrasiye sahibiz"
Çelik, "Çok büyük bedeller ödedik, o yüzden bedeli ödenmiş ve hak edilmiş bir demokrasiye sahibiz. Bunun kıymetini çok iyi biliyoruz. Her türlü demokratik tartışma olur siyasetin bir sürü tartışması söz konusu olabilir ama demokrasimizi terör örgütü unsurlarından, demokrasinin imkanlarını kullanarak demokrasiyi zehirlemek isteyenlerden, her türlü tehditten korumak gibi bir vazifemiz vardır. Demokrasiyi korumanın en iyi yolu demokrasiyi geliştirmek, hukuk devletini geliştirmek ve bir takım fiziki saldırılara da gereken zamanda gerekli güçle cevap vermektir." değerlendirmesinde bulundu.
Diyarbakır'daki eylem
Diyarbakır'daki annelerin başlattıkları eylemin, bir vicdan eylemi olduğunu belirten Çelik, "Bu vicdan eylemini buradan bir kez daha selamlıyoruz, annelerin ellerinden öpüyoruz." dedi.
Annelerin çocuklarına duyduğu hasreti ve onlar için çektikleri sıkıntıyı tüm dünyanın gördüğünü söyleyen Çelik, annelerin çocuklarını çeşitli siyasi argümanlar ve retoriklerle birtakım emperyalist projelere peşkeş çekmek isteyen organizasyona karşı büyük bir vicdani haykırış içerisinde olduklarını dile getirdi.
Konu siyasi yollarla, analizlerle ortaya koyulsa da annelerin haykırışının yerini tutamayacağına işaret eden Çelik, "Annelerimizin bu haykırışının toplumun geniş kesimlerinde makes bulması da son derece önemlidir. Türkiye'deki en ufak gelişmeyle ilgili olarak geniş geniş yer veren bazı yabancı basın yayın organlarının bu annelerin ortaya koyduğu duyarlılığa ve duruşa bu kadar sessiz kalması dikkat çekici bir meseledir." diye konuştu.
Bu tablo karşısında vicdanı bir duruş göstermesi gerekenlerin, hükümeti, devleti suçlamak gibi bir gayret içine girmelerinin son derece yanıltıcı ve eyleme gölge düşürücü olduğunu vurgulayan Çelik, Türkiye'nin çok uzun zamandır terörle mücadele ettiğini ve büyük bedeller ödediğini ifade etti.
Terör örgütünün çeşitli zamanlarda bölgenin çocuklarına dönük ortaya koyduğu zulüm, kaçırma ve baskı altına almaların bilinen gerçekler olduğuna işaret eden Çelik, devletin bütün gücüyle mücadele ettiğini, bunun çok uzun zamana yayıldığını, AK Parti hükümetleri döneminde de son derece güçlü şekilde verilen bir mücadele bulunduğunu söyledi.
Çelik, "Bu annelerin ortaya koyduğu yaklaşım aslında bütün dünya üzerinde de teröre karşı yükselen en güçlü sestir. Onlar sadece kendi çocukları için değil Türkiye'nin bütün çocukları için onurlu bir gelecek isteyerek, onurlu, haysiyetli bir hayat isteyerek bunu ortaya koyuyorlar." dedi.
Annelerden birinin "Kendi çocukları için en iyi okulları, en iyi hayatları isteyenlerin bizim çocuklarımız için dağı adres göstermeleri" şeklinde bir yaklaşımla kendi çocuğuna sahip çıkmaya çalıştığını anlatan Çelik, "Doğrudur, kendi çocukları için en iyi okulları en iyi hayatları isteyenlerin böyle bir tablo karşısında 'tabi ki bu savaş olacak, tabi ki bu çatışma olacak' gibisinden maalesef acımasız ve ahlak dışı bir davranış sergilemeleri de herkesin gözü önünde çıplaklaşmıştır. Bu mücadele saygın, ahlaki bir mücadeledir." şeklinde konuştu.
Yargı reformu
Yargı reformu paketinin akıbetine ilişkin de bilgi veren Çelik, yeni dönemin başlamasından sonra bu dönemin bir reform dönemi olarak altının çizileceğini Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın söylediğini hatırlattı.
Bu reform döneminin askerlik kanunu ile başladığını, yargı reformu stratejisi çalışmasının AK Parti'nin kesintisiz reform anlayışının devamı olarak gündeme geleceğini dile getiren Çelik, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Yargı Reformu Strateji Belgesini açıkladığını anımsattı.
Çelik, "Bunların hepsi milletimizin ihtiyaçları için, sokaktaki vatandaşımızın yargı ile ilişkisinde adaletin yükselmesi için ve yargı vatandaş ilişkisindeki verimliliğin, adalet kat sayısının artması için ortaya konulan yaklaşımlardır. Tabi ki demokrasi, insan hakları ve adalet taleplerini dikkate alan, bunların merkezinde şekillenen bir reform süreci olacaktır. Bununla birlikte Avrupa Birliği kriterlerini de göz önüne alan, bu konudaki taahhütlerimizi de yerine getiren bir içeriğe ve kapsama sahiptir." dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın vize serbestisine ilişkin Avrupa Birliği ile yürütülen çalışmaların hızlandırılmasıyla ilgili talimat verdiğini belirten Çelik, "Nitekim bu Yargı Reformu Stratejisi de aynı çerçevede Avrupa Birliği ile yürüyen ilişkilerimizin daha güçlü bir boyuta kavuşması için pek çok maddeyi içermektedir." diye konuştu.
Öncelikli olanın vatandaşın ihtiyacının karşılanması olduğunu vurgulayan Çelik, Yargı Reformu Strateji Belgesinin açıklanmasının ardından Adalet Bakanlığının mevzuat düzenlemesiyle sonuçlanabilecek konuları gündemine aldığını hatırlatarak, şunları kaydetti:
"Gerek hak ve özgürlüklerin geliştirilmesi konusunda, gerekse adalet sisteminin daha iyi işletilmesi konusunda atılacak adımları uygulamadan kaynaklanan sıkıntıları kaldırarak ya da mevzuata dayanan problemlerin gecikmeksizin halledilmesini temin ederek gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Bu çerçevede ifade özgürlüğü, savunma hakkı, adalete erişim, adalet sisteminin genel işleyişiyle ilgili son derece şeffaf ve kapsayıcı bir yaklaşım ortaya koyuluyor. Bu şeffaf ve kapsayıcı yaklaşım ifade özgürlüğünü, savunma hakkını, adalete erişimi ve adalet sisteminin işleyişinde kalitenin artmasını son derece güçlendirecektir."
Uygulamadaki alternatif çözüm yollarının da burada gündeme geleceğini belirten Çelik, "Caydırıcılık, yeni infaz yöntemleri gibi konular ele alınacaktır. Grup Başkanımız Naci Bey açıkladı Yargı Reformu Stratejisiyle ilgili ilk çalışmamızı bu ay içerisinde tamamlamış olacağız, büyük bir ihtimalle ekim ayında Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine getirecektir. Milletimiz için hayırlar doğurmasını temenni ediyoruz." ifadesini kullandı.
Çankaya Köşkü'nde gerçekleştirilen Türkiye-Rusya-İran üçlü zirvesinin hala dünya gündemine olduğunu belirten Çelik, şunları söyledi:
"Sayın Cumhurbaşkanımızın ev sahipliğinde gerçekleşen zirve, 14 Şubat'ta Soçi'de gerçekleştirilen zirvede alınan kararların takibi, sahada ortaya çıkan gerçekliğin değerlendirilmesi bakımından yeni aşamadır. Arkasından da hepimizin bildiği gibi çok önemli bir ortak bildiri yayımlandı. Türkiye, öteden beri Suriye'nin toprak bütünlüğünün korunması, kuzeydoğusundaki güvenliği tehdit eden oluşumların bertaraf edilmesi ve toprak bütünlüğüne saygı temelinde bir siyasi çözüm bulunması için elinden gelen çabayı ortaya koyuyor."
"Rejim, Soçi Muhtırasını defalarca ihlal etti"
Özellikle Suriye'de iç savaşın çıkmasının ardından "terörle mücadele kisvesi" adı altında birtakım yeni oluşumların ortaya çıktığını ifade eden Ömer Çelik, "Bunlardan bir tanesi DEAŞ terörüyle mücadele adı altında YPG/PYD terör örgütünün orada oluşturmaya çalıştığı fiili durumdur. Bu ayrılıkçı gündemlere karşı durma konusunda da üç liderin de belli bir vurguyla bu ayrılıkçı gündemlere karşı çıkması son derece önemli olmuştur." diye konuştu.
İdlib Gerginliği Azaltma Bölgesi'ndeki sorunların malum olduğunu vurgulan Çelik, şöyle devam etti:
"Burada bu kararlar alındıktan sonra, ilk olarak bununla ilgili geniş kapsamlı kararlar Soçi'de alınmıştı. Fakat rejim, Soçi Muhtırası'nı defalarca ihlal etti, bunun sonucunda binlerce kişi öldü, bir sürü göç oldu. 600 bin üzerinde kişi yerinden edildi, 300 bine yakın sınırlarımıza yaklaştı. İdlib'deki durumun yeniden kontrol altına alınmasıyla ilgili olarak da Türkiye gerek Rusya ile gerekse diğer taraflarla çalışmalarını sürdürüyor. Burada esas mesele insancıl, hukuk çerçevesinde oradaki insanlar için kötü durumların ortaya çıkmaması, daha fazla insanın ölmemesi, daha fazla insanın yerinden olmamasıyla ilgili somut önlemlerin alınmasıdır.
Yine zirve kapsamında, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) tarafından terörist olarak tanımlanan DEAŞ, Nusra Cephesi, El-Kaide veya benzeri organizasyonlarla bağlantılı tüm gruplara karşı ortak bir tutumun altının çizilmesi de son derece önemlidir."
"İnsanlara, 'kendi ülkenize dönün' demek kolay"
Suriye ihtilafına askeri bir çözüm getirilemeyeceği konusunu teyit edildiğini bildiren Çelik, şunları kaydetti:
"İhtilafın yalnızca Suriyelilerin ön gördüğü, ortak iradeleriyle ortaya çıkan bir tablo çerçevesinde çözüleceği teyit edilmiştir. BMGK'nin 2254 Sayılı kararı çerçevesinde bununla uyumlu bir siyasi sürece ulaşılması gerektiği ifade edilmiştir. En önemlilerinden bir tanesi Cumhurbaşkanımızın sık sık altını çizdiği mültecilerin kendi topraklarına dönebilmesi. Bunların geri dönme mekanizmalarının desteklenmesi. İnsanlara, 'kendi ülkenize dönün' demek kolay, ya da bir takım Avrupa'daki ülkelerin yaptığı gibi sınırlara asker koyarak, tel örgü koyarak ölümden kaçan bu insanları Akdeniz'de ölüme terk etmek gibi ahlak dışı bir takım uygulamaların içerisinde olmak hiçbir zaman Türkiye'nin yaklaşmayacağı, rıza göstermeyeceği durumlardır."
Önemli olanın çözüm üretebilmek olduğunu vurgulayan Ömer Çelik, "Çözümün yolu da şudur, daha bu olaylar başladığında Cumhurbaşkanımız, Suriye'nin kuzeyinde güvenli bir bölge kurulmasını ve ölümden kaçan bu insanların orada hayatlarının korunması gerektiğini ifade etmiştir. Maalesef bunun dikkate alınmaması neticesinde bu kadar göç söz konusu oldu." dedi.
Suriye'de olaylarla birlikte başlayan göçün, sadece Türkiye'yi ilgilendirdiği dönemde dünyada hiç kimsenin bu konuyla ilgilenmediğine dikkati çeken Çelik, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Ama Türkiye'yi aşan, Avrupa'yı etkileyen hatta Avrupa'nın siyasi haritasını etkileyecek kadar sonuçlar doğurmaya başlayınca sesler yükselmeye başladı. Bazı ülkeler göç ile ilgili çözüm yolları üretirken diğerleri bu insanları Akdeniz'de ölüme terk ettiler. Ama önemli olan duvarlar örmek değil köprüler kurmaktır. Aksi takdirde hiç kimsenin göç gerçeğinden kaçamayacağı, buna karşı sert önlemler alındığı zaman o ülkelerde aşırı sağ radikal grupların, göçmen düşmanı grupların, siyasette bunu istismar etmesi ya da siyasette sürekli gündemde tutarak o ülkelerin demokratik yapısını zedeleyecek şekilde siyasi haritaları şekillendirecek bir takım işlere imza attığı görüldü.
Pek çok ülkede aşırı sağcı ırkçı partiler ikinci parti durumuna geldi ya da parlamentolara tekrar girmelere başladılar. Burada popülist propagandanın rüzgarına kapılmadan çözümün en iyi adresi güvenli bölgenin kurulması vasıtasıyla gerek Avrupa'nın gerek İslam dünyasının elini taşın altına koymasıyla Cumhurbaşkanımızın ifade ettiği konutların yapılmasıyla bu insanların kendi topraklarına dönmesidir. Hem bu ülkelerin üzerindeki göç baskısını kaldıracaktır hem Akdeniz'deki ölümleri ortadan kaldıracaktır hem de rejimin bu insanlara birtakım katliam gerçekleştirmesinin önüne bir set olacaktır. Dolayısıyla mülteci sorunu açısından da bunun doğru sonuçları olacaktır."
"Astana Süreci'nin başarısı ortadadır"
Türkiye'de "Suriye konferansı düzenleyelim" diyenlerin olduğunu anlatan Çelik, şunları kaydetti:
"Aslında en büyük Suriye konferansı budur. Cenevre Süreci'ne alternatif olarak çıkmadı ama Astana Süreci'nin başarısı ortadadır. Suriye'ye en yakın, Suriye konusuyla ilgili tarafları masada bir araya getirmektedir. Her aşamada belli sorunlar liderlerin inisiyatifiyle ele alınarak ilerlemektedir. Tabi liderlerin bu görüşmelerinin öncesinde pek çok teknik görüşme yapılmaktadır. Bütün bunların soyut neticesi, orada daha az insanın ölmesi, daha az sayıda insanın katledilmesidir. Burada Türkiye iki şey yapmıştır ve bunlar çok önemlidir. Birincisi gerek Cenevre Süreci'nde gerek Astana Süreci'nde bu konuyla ilgili taraflar tamamıyla temas içerisindedir. İkincisi Astana Süreci'ni Cenevre Süreci'nin bir alternatifi olarak ortaya koymamıştır. En önemlisi kendi milli çıkarlarından ve güvenliğinden asla taviz vermeyeceğinin altını çizmiştir."
Türkiye'nin, askeri çözüm peşinde koşanlara karşı siyasi çözüm ajandasını güçlü tuttuğunu, gelinen noktada önemli kazanımlardan bir tanesini, Anayasa Komitesi'nin kurulmasıyla ilgili olarak herhangi bir pürüzün kalmaması olduğunu dile getiren Çelik, "Sayın Cumhurbaşkanımız da üçlü zirvede ifade ettiler. Bundan sonra Birleşmiş Milletler misyonuna uygun olarak Anayasa Komitesi'nin görevini sağlıklı bir şekilde icra etmesi önemlidir ve bu konuda takip edilecektir." dedi.
Önemli gündem maddelerinden birinin Türkiye-ABD ilişkileri olduğunu belirten Çelik, konular ele alınırken "bazı odakların negatif gündemlere yoğunlaşan özel bir performans içinde oldukları" değerlendirmesinde bulundu.
Çelik, "Kuşkusuz Suriye'nin kuzeyiyle ilgili gelişmeler hakkında anlaşamadığımız pek çok konu var. Müttefiklik ilişkisinin özellikle Suriye sahasına nasıl yansıtılması gerektiği konusunda anlaşamadığımız pek çok konu var. Buna rağmen bütün bu meseleler, kapsamlı bir diyalog ve kapsamlı bir müzakere süreciyle halledilmeye çalışılıyor. Halledemediğimiz konular olduğu zaman ne oluyor, Sayın Cumhurbaşkanımızın bugün sabah da ifade ettiği gibi, Türkiye güvenli bölgeyle ilgili önüne bir tablo gelmezse bununla ilgili olarak 2 hafta içinde bu adımı atacaktır." diye konuştu.
Çelik, şöyle devam etti:
"Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, daha önce verdiği bir röportajında da bunun belli bir derinliğe sahip olması gerektiğini, Rakka'ya kadar bir derinliğe sahip olması gerektiğini, orada Türkiye'nin kontrolünde olması gerektiğini söylediler. Türkiye, müttefikleriyle beraber bu işleri yapmak istiyor. Müttefiklik ilişkisinin sahaya Türkiye'nin güvenlik ihtiyaçlarını da karşılayacak şekilde yansımasını istiyor. Ama bunun mümkün olmadığı durumlarda Türkiye, egemen, kudretli bir devlet olarak kendi halkının, kendi ülkesinin ve bölge halklarının çıkarını ve güvenliğini sağlayacak şekilde adım atma kapasitesine sahiptir.
Pozitif gündemlerde de ilerleme var. Sayın Cumhurbaşkanımız ile Sayın Trump arasında, aradaki ticaret hacmini 75 milyar dolar olarak dile getiren bir yaklaşım ortaya konulmuştu. Arkasında bu 100 milyar dolar olarak revize edildi. Bunula ilgili olarak Hazine ve Maliye Bakanlığımız, Ticaret Bakanlığımız, DEİK de çalışmalar yapıldı, eylem planı ortaya çıktı. Amerikan Ticaret Bakanı, Türkiye'yi ziyaret etti ve bununla ilgili önemli görüşmeler gerçekleştirildi. Dolayısıyla, Sayın Cumhurbaşkanımızın ve Sayın Trump'ın ortaya koyduğu 100 milyar dolarlık ticaret hedefine ulaşmak için de somut bir takım yol haritaları çıktı.
Birtakım kişilerin ikide bir Türkiye'nin her türlü siyasi egemenliği bakımından aldığı özgür karar karşısında Türkiye'nin NATO üyeliğini sorgulaması gibi basiretsizliğin de zaman zaman gündeme geldiğini görüyoruz."
"Türkiye, müttefikinin sözüne güvenebileceği, beraber yürüyebileceği ülkedir"
Türkiye'nin NATO içerisinde taahhütlerini en yüksek düzeyde yerine getiren, uluslararası güvenliğe en çok katkıda bulunan ülke olduğunu vurgulayan Çelik, "DEAŞ ile karada en güçlü mücadeleyi veren ülkedir ama NATO'nun imkanlarından kendi milli güvenliği açısından baktığınızda bu fedakarlık oranında yararlanması söz konusu olmamaktadır." dedi.
NATO'nun imkanlarından daha fazla yararlananların, NATO'ya daha az katkıda bulunduğunu bildiklerini ifade eden Çelik, şöyle konuştu:
"Nitekim, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı ile Avrupa Birliği liderleri arasındaki NATO'ya katkı konusundaki tartışma da bunun bir örneğidir. Ama gelinen noktada, asimetrik tehditlerin bu kadar artmış olması, Orta Doğu'da neredeyse artık ayda bir gerçekleşen ve son derece büyük sonuçlar doğuran krizlerin ortaya çıkması ki bunların da körfez odaklı, petrol ve enerji güvenliğini etkileyecek düzeyde ortaya çıkması, NATO içerisinde daha ilkeli, daha pozitif yaklaşımların ortaya konulması gerektiğini gösteriyor.
Dolayısıyla, Türkiye'nin herhangi bir şekilde NATO ile ilgili üyeliğini tartışmaya açmak, Türkiye'nin uluslararası güvenliğe katkısını eleştirmeye çalışmak, aslında uluslararası barış konusunda kapsamlı ve tutarlı yaklaşıma sahip olmamak demektir. Türkiye, bölgesinde güvenliğin ve barışın, halkların refahının kilit unsuru olduğu gibi her türlü müttefikinin de sözünü güvenebileceği, beraber yürüyebileceği uluslararası sistem içerisinde de aynı barış, güvenlik ve refah misyonlarına en güçlü katkıyı veren ülkedir."
"Aynı şartlarda verirlerse Patriot konusuna da olumlu yaklaşmaktayız"
Öte yandan Çelik, Türkiye'nin, güvenlik ihtiyaçları bakımından S-400'lerin alınmasının sonra sürekli olarak Türkiye-ABD ilişkilerinin sorgulandığını belirterek, "Halbuki aynı şartlarda verdikleri takdirde Patriot konusuna da Türkiye, olumlu yaklaşmaktadır. Sayın Cumhurbaşkanımız bunu ifade etmiştir. Masada bu bulunmaktadır. Dolayısıyla, Patriot konusunda Türkiye'ye aynı olumlu yaklaşımın üretilmesi halinde Türkiye, savunma ihtiyaçlarını müttefiklerinden karşılamak isteyecektir." ifadelerini kullandı.
Çelik, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bir süre sonra ABD'ye yapacağı ziyaretinde bu konunun masada olacağını da vurguladı.
"Irkçı bir yaklaşımın ortaya konması, son derece yanlıştır"
İsrail seçimlerini de yakından takip ettiklerini anlatan Çelik, şu anda ortaya çıkan tablonun belirsiz olduğunu, mevcut iktidar partisinin gerilediği, sağ koalisyon tarafından hükümet kuracak bir çoğunluğa ulaşmadığının görüldüğünü söyledi.
Çelik, rakiplerinin de yanı şekilde hükümet kurabilecek çoğunluğu alamadığını aktararak, "Bu iç siyasetle ilgili bir mesele. Bizi ilgilendiren kısmı şu. Son derece kaygı verici ve tedirgin eden bir şekilde seçim sürecine giderken mevcut Başbakan, Batı Şeria'daki yerleşim yerlerinin ve Ürdün Vadisi'nin ilhak edileceği söyledi. Bu bütün dünyayı ateş çemberinin içine sokacak bir adım atmak olacaktı. Bu derece ırkçı bir yaklaşımın ortaya konması, son derece yanlıştır." dedi.
İsrail halkının, ortaya çıkan seçim sonuçlarına göre, radikal yaklaşıma prim vermediğini gösterdiği değerlendirmesinde bulunan Çelik, "Şu andaki tablo budur. Filistin-İsrail sorunun adil bir zeminde çözülmesini her zaman destekliyoruz. İki devletli çözüm perspektifinden hiç kimse ayrılmamalıdır. İki devleti çözüm perspektifinin alternatifi yoktur. İşgal, bir çözüm politikası değildir. İşgal, Batı Şeria'nın ya da Ürdün Vadisi'nin işgali gibi yaklaşımlar, herkesin güvenliğini tehlikeye atacak, bütün barış süreçlerini sabote edecek bir yaklaşımdır. Dünyanın iki devletli çözümün altını çizerek, daha güçlü bir mesaj vermesi gerekmektedir." diye konuştu.
Çelik, yeni hükümet kurulduktan sonra saldırgan politikalardan vazgeçilmesini umduklarını dile getirerek, çok taraflı bir siyasi sürecin başlatılmasının tam zamanı olduğunu bildirdi.
"Bölgede daha çok istikrarsızlık yaratacak adımlardan kaçınılmalı"
AK Parti Sözcüsü Çelik, Suudi Arabistan'da petrol tesisine yapılan saldırının yeni bir krizi tetiklediğini de söyledi. Bunun arkasından Suudi Arabistan, Yemen ve İran'ın dahil olduğu bir tartışmanın yapıldığını belirten Çelik, "Buna çeşitli odaklar dahil oluyorlar. Biz, bu saldırın arkasında kim olduğunu, kimin yaptığını bilemeyiz. Ama sonuçta iki ayrı tesise yapılan bu saldırıyı doğru bulmuyoruz ve kınıyoruz. Bölgede daha çok istikrarsızlık yaratacak adımlardan kaçınılması gerekir." ifadelerini kullandı.
İran Nükleer Anlaşması'nın ABD tarafından askıya alınmasından sonra karşılıklı olarak gerginliğin çok büyüdüğünü vurgulayan Çelik, şunları kaydetti:
"Kimsenin peşinen suçlanmaması gerektiği gibi arkasında kimin olduğuna dair net kanıtlar olduğunda da buna karşı net bir tavır alınması gerekir. Orta Doğu'da atılan her adımın birtakım artçı tepkileri, etkileri olduğunu görüyoruz. Her kriz, kriz geçtikten sonra durmuyor, yeni krizlere eklenerek yeni sonuçlar doğuruyor ve yeni fay hatlarını tetikliyor. Yemen krizi benzer krizdir ve hala etkileri sürmektedir. Bunun derinleşmemesi için Türkiye elinden gelen çabayı gösteriyor. Bütün Ortadoğu'da özellikle Körfez'deki barış ve istikrara zarar verecek her türlü eylemden, kışkırtıcı davranıştan kaçınılması gerektiğinin altını çiziyoruz. Çünkü, Körfez meselesi, Ortadoğu'nun istiklali için ön koşuldur."
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun erken seçim konusunu dile getirdiği, son programında "Ekonomik şartlar içerisinde iktidar erken seçime gitmek zorunda kalabilir, ekonomiyi yönetemiyorlar" dediği belirtilerek, erken seçimin gündemde olup olmadığı yönündeki soru üzerine Çelik, "Erken seçim diye bir şey yok, seçimler bitti. Türkiye'de siyasetin patronu vatandaştır. Vatandaşımız, milletimiz artık seçim gündeminin geride kalmasını arzu ediyordu. Seçimler yapıldı ve bitti." diye konuştu.
Vatandaşın beklentisinin reformların yapılması, devletin, milletin olağan işlerinin görülmesi, etraftaki sorunların azaltılması ve Türkiye'nin gelişmesine imza atılması için çeşitli politikaların ortaya konulması olduğunu dile getiren Çelik, "Erken seçim gündemi, bizim gündemimizde yok. Bunu herhangi bir politik meydan okuma olarak gündeme getiriyorsa bunu gündeme getirecek en son kişi Kılıçdaroğlu'dur. İkide bir Türkiye iyi yönetilmiyor gibisinden birtakım yaklaşımlar ortaya koyuyor. Hükümet gündemine hakimdir. Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde Türkiye dirayetle yönetilmektedir. Bahsettiğim reform süreçleri, zirveler Türkiye'nin iç ve dış politikada daha güçlü adımlar atacağının da işaretleridir." değerlendirmesinde bulundu.
Vatandaşların seçim istemediğini belirten Çelik, AK Parti'nin her an seçim olacakmış gibi hazırlığı bulunan bir parti olduğunu ancak gündemde seçim diye bir konu olmadığını bildirdi. Çelik, "Herhangi bir yerde 'mesela' diyerek bile gündeme gelen bir konu değildir. Erken seçim diye bir gündem yok, bunun herhangi bir şekilde 'meselası' ya da 'farazası' bile yok." ifadesini kullandı.
Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu'nun Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmesinde "Suriye meselesinin çözümünde Esed ile üst düzey bir temas olması gerektiğini" ifade ettiği ve "Sayın Cumhurbaşkanı da bence bu konuya sıcak bakıyor" dediği dile getirilerek "Üst düzey bir temas olacak mı?" yönündeki soru üzerine Çelik, Karamollaoğlu'nun Esed ile değil Suriye devletiyle görüşmeyi kastettiğini açıkladığını söyledi.
Buradaki tavrın ilkesel bir tavır olduğunu belirten Çelik, şöyle konuştu:
"Sanki Suriye rejimi çok pozitif davranıyor, onun dışında herkes çok pozitif davranıyor da tek mesele Türkiye'nin görüşmemesiymiş gibi bir tablo ortaya koyuyor. Halbuki bu süreç 9 yıl öncesinden, hatta ondan önce Orta Doğu'da böyle bir dalganın geldiğini görerek, bu rejimlerin birtakım reformlar yapmasıyla ilgili olarak, ön almakla ilgili olarak Sayın Cumhurbaşkanımız orada yaptığı görüşmelerde, reformların gerçekleşmesi, ön alması için büyük gayretler ortaya koydu. Hatta bunlar kısmen de başlamıştı ama rejimin kendi halkına karşı silah çekmesi, kendi halkına karşı hava kuvvetlerini kullanması, arkasından kendi halkına karşı çok büyük bir suç, affedilmez bir suç olan kimyasal silahları kullanması gibi tablolar sanki hiç olmadı da her şey gayet normaldi de Türkiye ilişkiyi kesti ve sorun Türkiye'nin ilişkiyi kesmesiymiş gibi konuşuluyor."
"Mesele rejimin katliam politikasından vazgeçmesidir"
CHP'den de "AK Parti, Esed rejimiyle görüşsün" gibi söylemler geldiğini belirten Çelik, şöyle devam etti:
"Peki bütün bu tablonun sorumlusuyla neyi görüşeceksiniz? Bütün bu tablonun sorumlusunda bir tavır değişikliği yokken niçin Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ne bir tavır değişikliği tavsiye ediyorsunuz? Bizim gelecekte bugünleri andığımızda alnımızın ak, başımızın dik olması için, bu insanlar karşısında mahcup olmamamız için ahlaki, vicdani ve siyasi duruşumuzu doğru şekilde ortaya koymamız gerekiyor. Burada kastedilen şuysa sahada birtakım insani durumlar ortaya çıktığında daha fazla insan zarar görmesin diye istihbarat örgütleri arasında temas olabilir, birtakım askeri temaslar olabilir istihbarat örgütleri arasında. Niye? Sahadaki insanlar oradaki bu temassızlıktan daha fazla zarar görmesinler diye ama burada unutulmaması gereken şudur, oyun değiştirici olan Türkiye'nin görüşüp görüşmemesi değildir. Türkiye burada siyasi olarak doğru yapmıştır. Zaten bütün bir uluslararası sistem de bunu desteklemektedir bir kaç ülke dışında. Mesele, Suriye rejiminin kendi halkına karşı bu katliam politikasından vazgeçmesidir."
Soçi'de, İdlib'de çatışmasızlık bölgesi oluşması yönünde muhtıra yayımlandığını belirten Çelik, rejimin bunu defalarca ihlal ettiğini, binden fazla kişinin hayatını kaybettiğini, 600 bine yakın kişinin yerinden ayrıldığını, bunların 300 bine yakınının Türkiye sınırına geldiğini anlattı.
Çelik, "Dolayısıyla burada rejim üzerinde bir baskı oluşturması gerekirken, rejim üzerinde baskı oluşturmaya çalışan uluslararası toplum ve Türkiye ile beraber hareket edilmesi gerekirken rejime Türk siyasetinin içinden bir nefes borusu uzatılmasını doğrusu anlamak mümkün değildir." dedi.
Bunun Suriye halkının faydasına da olmadığını dile getiren Çelik, Suriye halkının geleceği için siyasi çözüm, anayasa süreci gibi konuların dikkate alınması, terör örgütlerinin bölgeden temizlenmesi, Suriye'nin kuzeyindeki birtakım fiili oluşumların ortadan kaldırılması, en önemlisi de rejimin bu ihlallerden vazgeçerek bu katliam politikasından vazgeçmesi gerektiğini bildirdi.
Adalet Bakanı Abdulhamit Gül'ün, "Daha düne kadar aynı maklubeye kaşık sallayanların bizi eleştirmeye hakkı yok." açıklaması yaptığı ifade edilerek, hedefinde kimlerin olduğunun sorulmasına karşılık Çelik, "Sosyal medya veya başka yerlerde Sayın Bakanın, Adalet Bakanlığının tasarruflarıyla ilgili FETÖ ile mücadele konusunda bir zaaf varmış gibi yorumlar söz konusu olunca Sayın Bakan da buna cevap vermiş." dedi.
Çelik, Adalet Bakanlığının FETÖ ile mücadele konusunda kilit bakanlıklardan olduğunu, çünkü FETÖ'nün en çok orada yapılandığını ve oradan Türkiye'deki pek çok yanlış işi gerçekleştirdiğini, Bakan Gül'ün ve Bakanlık personelinin de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın talimatları doğrultusunda FETÖ ile güçlü şekilde mücadele ettiklerini söyledi.
"Bu gizli bir kararname değildir"
Çelik, "CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, Tank Palet Fabrikası'nın yabancı mülkiyet devir işlemlerinin gizli bir kararnameyle gerçekleştirildiğini iddia ediyor. Bu konuya ilişkin açıklamalarınız nelerdir?" sorusunu yanıtlarken, "Bir parti genel başkanından konuştuğu konuda asgari düzeyde bilgi sahibi olmasını beklemek hepimizin hakkıdır. Cumhurbaşkanlığı kararıyla kararname arasındaki farkın bilinmesi gerekir. Bu gizli bir kararname değildir, bir Cumhurbaşkanlığı kararıdır. Cumhurbaşkanlığı kararlarının birçoğu yayınlanmayabiliyor, bu da öyle bir karardır." dedi.
Ortada gizli, saklı bir şey bulunmadığını ifade eden Çelik, Milli Savunma Bakanlığına tahsisli bu arazinin mülkiyetinin hazineye ait olduğunu belirtti.
Bunun üzerinde bulunan Milli Savunma Bakanlığı Askeri Fabrikalar Genel Müdürlüğüne ait tesisin Aralık 2018'de özelleştirme programı kapsamına alındığını aktaran Çelik, "Burada herhangi bir şekilde ordunun ihtiyaçlarına dönük olarak zaaf oluşturacak bir yaklaşım söz konusu değil. Tam tersine buradaki milli kapasitenin daha yükseğe çıkarılması için, eldeki imkanların daha verimli kullanılması için ve yeni gelişen teknolojik imkanlara uygun olarak buraya yeni yatırımların yapılabilmesi için bu karar alındı." diye konuştu.
Burada yeni iş ve üretim imkanlarının oluşturulmasının hedeflendiğini dile getiren Çelik, devletteki atıl kapasitenin en aza indirilmesinin, kaynakların en etkin ve verimli şekilde kullanılmasının amaçlandığını kaydetti.
Özel sektörle bu işin yapılmasının yüksek teknolojiye erişim imkanı bakımından da yeni birtakım fırsatlar doğuracağını ifade eden Çelik, "Dolayısıyla tesisin mülkiyeti yine Milli Savunma Bakanlığında kalacaktır. Mülkiyet kimseye devredilmiyor arkadaşlar. Bu nettir. Bununla ilgili gizli, saklı bir durum da yok, son derece açık bir durumdur, defalarca açıklandı, söylendi." değerlendirmesinde bulundu.
Çelik, 657'ye tabi tesis çalışanlarının yine Milli Savunma Bakanlığında kalacağını, işçilerin hiçbirisinin yeni organizasyon içinde işsiz kalmayacağını belirterek, "Yeni alanlar yani bu üstlenenler fabrika işletmesi için en az 50 milyon dolar yatırım yapması şartıyla bu işi üstleneceklerdir. Dolayısıyla bu kamu özel sektör ortaklığı şeklinde mülkiyeti Milli Savunma Bakanlığında olmak üzere, hatta bunun daha fazla ayrıntıları da var. Yarın bir gün bir devir işlemi, başka bir şey söz konusu olursa yine Milli Savunma Bakanlığının iznine tabidir. Dolayısıyla doğrudan doğruya bir milli kaynakların etkin ve verimli şekilde kullanılması, atıl kapasitenin en aza indirilmesi, ordunun ihtiyaçlarının en yüksek teknolojik imkanlarla üretilmesi şeklinde bir yaklaşımın neticesi olmuştur. Dünyanın her tarafında kamu özel ortaklığıyla ilgili işler vardır." diye konuştu.