CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, "Nasıl bir dönüşüm stratejisi benimsemeliyiz ki Türkiye’yi orta ve uzun vadede aydınlığa çıkarmış olalım. Sadece bölgesinde değil dünyada da söz sahibi bir ülke haline getirmiş olalım. Birincisi, hukukun üstünlüğünü sağlamak zorundayız. Yani katılımcı demokrasiyi güçlendirmek zorundayız. Bu dünyada söz sahibi olmanın ve dünyada saygın olmanın birinci koşuludur. Demokrasisi gelişmemiş hiçbir ülke büyümemiştir ve kalkınmamıştır. " dedi.
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, Partisinin Ekonomi Masası tarafından düzenlenen "Üreten, Çalışan, Hakça Paylaşan Türkiye" başlıklı toplantının kapanışında konuştu.
BİZ BU KRİZDEN NASIL ÇIKABİLİRİZ DİYE, AĞUSTOS 2018’DE ‘13 MADDELİK’ BİR AÇIKLAMA YAPTIK
Bugün bir gerçek var ve Türkiye bir gerçekle karşı karşıya. Bir ekonomik kriz yaşıyoruz. Ekonomik krizi ilk gördüğümüz andan itibaren, az önce dinlediğiniz arkadaşlarımızın öncülüğünde Türkiye’nin aşağı yukarı bütün illerine milletvekili arkadaşlarımızı gönderdik. Ticaret Odaları, Sanayi Odaları, Ziraat Odaları, Esnaf Odaları, Ticaret ve Sanayi Odaları, bütün bu kesimlerle oturuldu ve görüşüldü. Sonuçta yaşadığımız bir krizdi ve bu krizin topluma maliyeti çok ağır olacaktı. Arkasından biz bu krizden nasıl çıkabiliriz diye, ‘13 maddelik’ bir açıklama yaptık. İktidara hiçbir eleştiri getirmedik. Bir kriz var ve bu kriz Türkiye’nin krizi, bir ekonomik kriz ve bu krizden Türkiye’nin çıkması lazım. Çok iyi niyetlerle sahadan aldığımız bilgiler, bilgi birikimimiz, arkadaşlarımızın deneyimleri, bütün bunları bir araya getirdik. 11 Ağustos 2018’de 13 madde halinde biz bu krizi nasıl aşabiliriz diye bunu açıkladık.
DEVLETTE LİYAKAT SİSTEMİNİ YENİDEN İNŞA ETMEMİZ GEREKİR
Orada, “Devlette liyakat sistemini yeniden inşa etmemiz gerekir” dedik. Neden birinci maddeye, “Devlette liyakat sistemi yeniden inşa edilmeli” dedik? Nedeni şuydu, bir siyasal iktidar devleti yönetmeye başladığında, bir siyasal parti devleti yönetmeye başladığında, devletin kurmaylarından yararlanır. Eğer dünyadaki ekonomide bir sorun varsa, bürokrasi yaklaşan sorunu siyasi otoriteye getirir ve önüne koyar. Böyle bir sorun var ve bu sorunun çözümleri de şunlar olabilir diye. Eğer siz devlette liyakati çökertirseniz bürokrasi siyasi otoriteye arzu ettiği veya beklediği hizmeti sunamaz. Bugün geldiğimiz nokta maalesef üzülerek ifade edeyim bu. Defalarca söylememe rağmen, “Erdoğan’ı uyarmıyor musunuz, maliye bakanını uyarmıyor musunuz, hazineden sorumlu bakanı uyarmıyor musunuz, Türkiye kötüye gidiyor bunları söylemiyor musunuz” söylememize karşın, en yetkililer bile bize “Nasıl söyleyelim” diye cümle kurdular. Nasıl söyleyelim? Çünkü hepsi korkuyor. Bu doğru değil. Bu devlette çürüme olduğunu gösteriyor. Eğer bürokrasi hatayı siyasi otoritenin önüne koyamazsa, o devlette bir çürüme başlamış demektir.
Aynı şekilde değerli arkadaşlarım, biz defalarca ifade ettik. “Hukukun üstünlüğü, can ve mal güvenliğini sağlayın” dedik.
Bakın, devlette liyakat dedik bir örnek vereyim. Büyükelçi olmak kolay bir olay değildir. Dışişleri bakanlığına sınava gireceksiniz, uzun bir süreç, değişik ülkelerde çalışmayla donatılacak bir bilgiyi elde edeceksiniz, yeri, zamanı gelince büyükelçi olacaksınız ama şimdi yakın, dost, akraba herkes büyükelçi. Olmaz, olmaz. Devletin çarkı yürümez, doğru yürümez. Buna benzer yüzlerce örnek göstermek mümkün. Teyze oğlu bir yere, damat bir yere, hazinenin başına damadın gelmesi. Bunların hiçbirisi doğru değildir değerli arkadaşlarım.
BİR ÜLKEDE CAN VE MAL GÜVENLİĞİNİ SAĞLAYAN TEMEL UNSUR HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜDÜR
Şimdi bakın, hukukun üstünlüğü neden önemli arkadaşlar burada da ifade ettiler. Bir ülkede can ve mal güvenliğini sağlayan temel unsur hukukun üstünlüğüdür, hukuk güvenliğidir. Benim can ve mal güvenliğim sağlanıyorsa, ben o ülkede yatırım yaparım. Eğer benim can ve mal güvenliğim yoksa, ben yatırım yapamam. Bunu defalarca ifade ettik. Şunu da söyledim, demokratik standartlarımız düşük doğru, hemen hemen görüştüğüm her Başbakana, görüşme yaptığım her yetkiliye şunu söyledim, AB’ye tam üye olmak istiyor muyuz? Hepsi “evet” diyorlar. Peki neden AB’nin dayatmasını bekliyoruz. Gelin AB’deki bütün demokratik standartları parlamentodaki dört parti müştereken çıkarsın. AK Parti hazırsa mesele yok. Cumhuriyet Halk Partisi zaten hazır. MHP hazırsa tamam, İYİ Parti hazırsa tamam, HDP hazırsa tamam. Hep beraber AB’nin öngördüğü demokratik standartları gerçekleştirelim ve dönüp AB yetkililerine şunu söyleyelim, siz ne diyorsunuz? “Bizim ülkemizde sizin öngördüğünüz bütün demokratik standartlar var” diyelim. Ama buna iktidarda olan parti yanaşmıyor. Parti demeyim de partinin yetkilileri yanaşmıyor. O nedenle biz hukukun üstünlüğünü kendi ülkemizde sağlamış değiliz.
“Yapısal reformlar nedir” diye arkadaşımız sordu. Yapısal reformlardan birisi budur. Hukuk güvenliği, hukukun üstünlüğü. Siz hukukun üstünlüğünü bir ülkede sağlayamazsanız hangi yapısal reformdan söz edeceksiniz? Önce bir hukukta reform yapmanız lazım, can ve mal güvenliğini sağlamanız lazım, yargı bağımsızlığını sağlamanız lazım. Eğer bunları sağlayamazsanız, düşünce özgürlüğünü, medya özgürlüğünü sağlamanız lazım. Yapısal hukuktaki temel yapısal reformlar bunlardır. Bunların yapılması lazım. Bunların olmadığı yerde siz ekonomik krizi çözerim falan filan bunların hiçbirisinin ama hiçbirisinin önemi yoktur. Çünkü bunu aşamazsınız, aşma şansınız yoktur.
Ekonomik kriz var, kim ödeyecek faturayı? Öyle ya birisinin ödemesi lazım, kim ödeyecek faturayı? Söyledik 13 maddeden birisi de şuydu, dolarla yaptığınız ihaleler, verdiğiniz garantileri Türk lirasına çevirin. Tam tersini yaptılar. Vatandaşa, “Sen de dolarla borçlan, yani gel dolarla çıkardığımız devlet tahvili, hazine bonosunu satın al” dediler. Türk lirası? Nerede Türk lirası? Türk lirasına güven nerede? Eğer siz bunu yapabiliyorsanız ve yapıyorsanız o zaman kendi paranıza güvenmiyorsunuz, güvensizlik tohumları ekiyorsunuz kendi paranızla ilgili olarak. Bu da söylendi, ama bu da büyük ölçüde gerçekleşmedi değerli arkadaşlarım.
"KRİZİN SORUMLUSU, 17 YILDIR ÜLKEYİ YÖNETENDİR"
13 madde halinde bunları saydık, ama maalesef onlar bu krizin sorumlusu kim diye böyle bir arayışa girdiler. Aklın, mantığın alamayacağı bir şey krizin sorumlusu kim? Efendim dış güçler dediler, CHP dediler, başkası dediler. En sonunda geldik işte manavdı, esnaftı, komisyoncuydu, hal esnafıydı bunların tamamı krizin ana sorumluları arasında sayıldı. Hatta daha da ileri gidilerek bunlar birazda terörist ilan edildi. Krizin sorumlusu 17 yıldır ülkeyi yönetendir arkadaşlar. Aklı başında olan herkes bunu gayet iyi bilir. Bu ülkeyi 17 yıldır kim yönetiyorsa ortadaki krizin sebebi odur. Başka bir yerde sorumlu aramanın mantığı var mıdır?
Şimdi değerli arkadaşlarım, ne yapmamız lazım? 13 maddeyi saydık ama 13 maddeden hiçbirisi olmadı, yapmadılar, yapamadılar. Ama ben size ekonomi konusunda her gün yazılar yazan, düşüncelerini ifade eden ve benim de dikkatle okuduğum değerli arkadaşlarıma bir dönüşüm stratejisi sunmak istiyorum. Bu benim tarihsel sorumluluğumdur. Partimizin de tarihsel sorumluluğudur. Daha krizin ortalarındayız. Reel kriz yeni başladı. Likidite kriziydi, kredi kriziydi şimdi reel sektörde kriz başladı ve işsizlik daha da büyüyecek görünen tablo o. Peki biz nasıl bir dönüşüm stratejisi benimsemeliyiz ki Türkiye’yi orta ve uzun vadede aydınlığa çıkarmış olalım. Sadece bölgesinde değil dünyada da söz sahibi bir ülke haline getirmiş olalım. Size bunu sunmaya çalışacağım.
"DEMOKRASİLERDE SİYASAL PARTİLER, DEVLETİ YÖNETMEYE GELİRLER, DEVLET OLMAYA DEĞİL"
Birincisi şu, hukukun üstünlüğünü sağlamak zorundayız. Yani katılımcı demokrasiyi güçlendirmek zorundayız. Bu dünyada söz sahibi olmanın ve dünyada saygın olmanın birinci koşuludur. Demokrasisi gelişmemiş hiçbir ülke büyümemiştir ve kalkınmamıştır. Demokratik standartların geliştiği bütün ülkelerde kişi başına gelir de artmıştır, sosyal refahta artmıştır, refah toplumuna adım atılmıştır. Dolayısıyla insanlar düşüncelerini ifade etmişlerdir. Bütün bunların hepsi hukuk güvenliği içinde gerçekleşmiştir. Bunun olmazsa olmazı budur. Tek adam rejimlerinde bu olmaz. Tek adam rejimlerinden bir örnek vermek isterim, bürokraside gördüğüm bir örneği vermek isterim. 12 Eylül darbesinden sonra bütün devlet kadrolarında aynı standartlarda unvanların olması öngörülüyor. Aynı standartlarda, ben de o yıllarda maliye bakanlığında çalışıyordum. Bakıyorlar askerler aktüer diye bir kadro var, “Ne demek aktüer kaldırın” diyorlar ve aktüerlik kaldırılıyor arkadaşlar. Oysa sosyal güvenlik kurumlarının olmazsa olmaz kadrolarından birisi aktüerliktir. Eğer siz bir kişinin kararı üzerine devleti şekillendirmeye kalkarsanız o devlette pek çok kayba yol açarsınız. Ben bir kadronun nasıl yok edildiğini kendi yaşamımda gördüm. Sonraki yıllarda bu aktüerlerin ne kadar önemli olduğu ve bununla ilgili üniversitelerde dersler, bölümler açılması gerektiği ortaya çıktı ve yapıldı bunlar.
Değerli arkadaşlarım, demokrasilerde siyasal partiler, devleti yönetmek üzere gelirler, devlet olmak üzere gelmezler. Siyasi parti devleti yönetmek değil de devlet olmak için geliyorsa, tek adam rejimi dediğimiz sistemler kendiliğinden ortaya çıkar. Bugün Türkiye’nin yaşadığı temel sorunlardan birisi budur. Kişi kendisini devlet olarak görmeye başlarsa ekonomik krizde olur, sosyal krizlerde olur, günlük yaşamımızda karşılaştığımız pek çok sorunlarla karşı karşıya kalmış oluruz.
TÜRKİYE’NİN ÜRETMESİ LAZIM
İkinci konu, hukukun üstünlüğünü sağladıktan sonra ikincisi üreten Türkiye’dir değerli arkadaşlar. Türkiye’nin üretmesi lazım. Az önce arkadaşlarım sizlere bilgi sunarken, gelir elde etmek yerine borçlanmak, üretmek yerine ithalat yapmak. Türkiye üretim sürecinden büyük ölçüde koparıldı. En büyük sıkıntımız bu. İthalat olmadan üretim yapamaz noktaya geldik. Bu egemen güçlerin Türkiye üzerinde daha fazla söz sahibi olmalarına yol açıyor. Mercimeği ithal ediyorsunuz, nohudu ithal ediyorsunuz, sanayide hammaddeyi ithal ediyorsunuz. Gelmezse fabrikalar yerinde duruyor. Üreten Türkiye, Türkiye’nin üretmesi lazım. Türkiye’de üretmenin yolu, -tabi neyi üreteceğiz o soruyu da sormamız gerekiyor- sanayide katma değeri yüksek ürün üretmemiz lazım. Üretmek sadece tarlada üretmek, sadece fabrikada üretmek değil. Sanat alanında da üretmemiz gerekiyor. Üniversite bilgi üretmemiz gerekiyor.
TÜRKİYE BİLGİ ÇAĞINI YAKALAMAK ZORUNDADIR
Yine arkadaşlarım az önce sizlere bilgi olarak sundular. İran üniversitelerinin ürettiği bilgi sayısı Türk üniversitelerini geçti. Neden? Üniversiteleri konuşamaz hale getirirseniz üniversite nasıl bilgi üretecek? Üniversiteler anayasa değişirken bile çıkıp tek söz söyleyemiyorlarsa, bir cümle kuramıyorlarsa, siz onlara üniversite diyebilir misiniz? Dolayısıyla Türkiye her alanda üretimden koparıldı sadece tarlada ve fabrikada değil. Bilgi de üretemez noktaya geldi.
Bakın biz yeni bir kavramı siyaseten Türkiye’nin gündemine getirmek istedik. Teknoloji liseleri. Nerede kurulacak teknoloji liseleri? Organize sanayi bölgelerinde kurulacak. Ne için? Sanayicinin ihtiyaç duyduğu ara elemanı yetiştirmek için. İktidar buna baktı mı acaba? İktidar “Ara eleman neden yetişmiyor” diye sorguladı mı? Geleceği yeniden kurguladı mı? Hayır, günübirlik yaşadı. Türkiye bilgi çağını yakalamak zorundadır. Biz buna sosyal bilgi ekonomisi diyoruz. Bilgi ekonomisi değil, bilgi ekonomisi önemli bir kavram ama bir ülkenin dengeli büyümesi için sosyal bilgi ekonomisini yakalaması lazım, yani bilgiyi sosyalleştirmesi lazım, yani bilgiyi toplumun her kesimine dağıtması lazım. İki temel dengesizliği yaşayan bir ülkeyiz. Gelir dağılımında büyük bir dengesizlik var ve büyüyor, bölgesel dengesizliğimiz var ve bu da büyüyor. Dolayısıyla Türkiye üretimden koparılıyor.
ÜRETEN TÜRKİYE’Yİ YENİDEN İNŞA ETMENİZ LAZIM
Demek ki, dönüşüm stratejisinin ikinci ayağı üreten Türkiye’yi yeniden inşa etmeniz lazım. Bu bizim olmazsa olmazımızdır. Biz bunu aynı zamanda kapsayıcı büyüme olarak da tanımlıyoruz. Toplumun her kesiminin büyümeden bir şekliyle pay aldığı bir Türkiye, üreten bir Türkiye’yi yeniden inşa etmek gerekiyor.
Üçüncü ayak, güçlü bir sosyal devlet. Bir ülkede huzur mu olsun istiyorsunuz, bir ülkede barış mı olsun istiyorsunuz? Her evde huzur, her evde barış mı olsun istiyorsunuz? Güçlü bir sosyal devlet olması lazım. Sosyal devletin bütün kurallarının Türkiye’de uygulanması lazım.
SOSYAL DEVLETTE DEVLETİN VATANDAŞA YAPTIĞI YARDIM VATANDAŞIN HAKKIDIR, OTORİTENİN LÜTFU DEĞİL
Değerli arkadaşlarım, şunu hatırlatmak isterim. 1974 yılında Türkiye uluslararası çalışma örgütünün sosyal güvenliğinin asgari normları sözleşmesini parlamentodan geçirdi 1974 – 2019. Hangi sigorta dalı uygulanıyor? Aile yardımları sigortası niye uygulanmıyor, hangi gerekçeyle uygulanmıyor? 74 – 2019. Çünkü sosyal devlette devletin vatandaşa yaptığı yardım vatandaşın hakkıdır, otoritenin lütfu değil. Hak ile lütuf arasındaki kavramı vatandaş kavramasın diye, ona ayni yardımlar yapılıyor ama bir sigorta bağlamında değil. Hep şu örneği veririm yine vereyim. Emeklilik 65 oldu, 55 yaşında işinize son verildi, hadi bir yıl gittiniz Türkiye İş Kurumundan işsizlik sigortasından para aldınız. 9 yıl ne yapacaksınız emekli olmak için? Gidiyorsunuz patrona diyorsunuz ki, ‘ben iş istiyorum’, ‘sen yaşlısın’ diyor. Gidiyorum devlete, ‘geçinemiyorum, emekli edin’ diyorum, ‘sen daha gençsin’ diyor. Ne olacak bu vatandaşın hali?
İŞSİZLİK BÜTÜN KÖTÜLÜKLERİN ANASIDIR
Aile Yardımları sigortasının hayata geçmesi lazım. 1974’ten buyana bu toplumun gündeminde duruyor ama kimin gündeminde? Bizim gündemimizde. Keşke sendikaların gündeminde olsa, keşke emekli derneklerinin gündeminde olsa, keşke Emeklilikte Yaşa Takılanların da gündeminde olsa. Nasıl geçinecek bu insanlar? Güçlü bir sosyal devlet bir ülkede barışın ve huzurun temelidir. Bunu sağlamak gerekiyor. Hep söylerim yine söyleyeyim, işsizlik bütün kötülüklerin anasıdır. Güçlü bir sosyal devlet yoksa ahlaki değerlerde müthiş bir yozlaşma olur ve Türkiye bu gerçekle yüz yüze gelmek zorundadır.
Demokrasinizi geliştirebilirsiniz, üretimde önemli noktalara gelebilirsiniz, güçlü bir sosyal devlet oluşturabilirsiniz ama bunun sürdürülebilirliği çok önemlidir.
SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK… EĞER TRENİN GERİSİNDE KALIRSANIZ BEDELİ ÇOK AĞIR OLUR
Stratejik dönüşümün dördüncü ayağı değerli arkadaşlar, sürdürülebilirliktir. Demokrasinizi geliştirebilirsiniz, üretimde önemli noktalara gelebilirsiniz, güçlü bir sosyal devlet oluşturabilirsiniz ama bunun sürdürülebilirliği çok önemlidir. Eğer trenin gerisinde kalırsanız, çok daha büyük risklerle karşı karşıya kalırsınız. Bilgi çağında, dünyanın bu kadar hızlı geliştiği bir atmosferde Türkiye hala sanayide 1.0, 2.0, 3.0, 4.0’ı tartışıyoruz. Üniversiteler bilgi üretemiyor ve iktidar sahiplerinin bunlardan hiçbir haberi yok, dünyadaki gelişmeleri bilmiyorlar. Neyin ne olacağını bilmiyorlar, neyin nasıl olması gerektiğini bilmiyorlar. Çünkü devlette liyakati çökerttiler.
Merkez Bankasının bağımsızlığı bir yapısal reformdur. Aile sigortasının olması bir yapısal reformdur. Yargı bağımsızlığının sağlanması bir yapısal reformdur. Tarımın geliştirilmesi, çiftçinin desteklenmesi, tarım kanununun 21.maddesinin gereğinin yerine getirilmesi bir yapısal reformdur. Kooperatifçiliğin geliştirilmesi.
Bakın biz, İzmir Büyükşehir Belediyesi kırsalla işbirliği yaptı. “Bütün çiçek üreticileri bir kooperatif kursunlar bütün çiçekleri alacağım” diyor. Niye kooperatif? Kimden çiçek alacaksınız? A’dan mı, B’den mi alacaksınız? Ama bir kooperatif kurulursa, hepsi kazanacak. Fidan aynı şekilde, süt aynı şekilde, biz bunu diğer büyük kentlerde de, büyükşehir belediyelerinde de yaygınlaştırarak yolumuza devam ediyoruz. Ama iktidarın bunlardan haberi yok. Hiç haberi yok bütün bunlardan.
Değerli arkadaşlarım, sürdürülebilirliğin bir başka özelliği daha var. Nasıl sürdüreceksiniz bütün bu değişimleri? Dünyadaki değişimi yakından izleyerek. Ekonomideki değişimi, sosyal yaşamdaki değişimi, demokrasi kültüründeki değişimi yakından izleyerek ve sürekli kendinizi yenileyerek yolunuza devam etmeniz lazım. Bunları yapamazsanız bir başarı elde edemezsiniz.
Krizden çıkabilir mi Türkiye? Yani var olan iktidar, yani ülkeyi yöneten iktidar Türkiye’yi krizden çıkarır mı? Hayır çıkaramaz. Çok açık ve net söyleyeyim çıkaramaz. Önümüzdeki günlerde göreceksiniz zaten daha büyük sorunlarla Türkiye karşı karşıya kalacak. Ama bizim bir siyasal parti olarak kendi ülkemize karşı sorumluluğumuz var. Yolu gösteriyoruz, nasıl olması gerektiğini de söylüyoruz ama onlar başka yerlerdeler. Eğer siz yetkiyi ve gücü bir kişinin eline teslim ederseniz, soruna çözüm üretemezsiniz. Sadece var olan sorunların bir parçası olursunuz. Var olan iktidar sorunların parçasıdır. Sorun yaratan sorunu çözemez.
TÜRKİYE’NİN STRATEJİK DÖNÜŞÜME İHTİYACI VAR
Bu bağlamda önümüzde yerel yönetim seçimleri var. O seçimlere hazırlanıyoruz, ciddi ciddi hazırlanıyoruz. Adaylarımız gerçekten de hiç kimseyi suçlamadan sadece projelerini anlatarak yola devam ediyorlar. Büyük kentleri Cumhuriyet Halk Partisinin yönettiği yerlerde gerçekten de huzur var, gerçekten de sevgi var. Çünkü hiç kimseyi ötekileştirmiyoruz. Cumhuriyet Halk Partisine oy versin veya vermesin tam tersine oy vermeyen özellikle gecekondu bölgelerine pozitif ayrımcılık yapıyoruz. Daha fazla hizmet götürüyoruz oraya. Onlar bizim vatandaşlarımız. Siyasal tercihlerine saygı gösteriyoruz. Ama onların da üst gelir gruplarının yaşadığı standartlarda yaşama hakkı var, onlara da o hakkın tanınması lazım. Ve bizler sorumluluğumuzu biliyoruz. Bu sorunların nasıl çözülebileceğini de biliyoruz. Bir stratejik dönüşüme Türkiye’nin ihtiyacı var ve bu dönüşümün parametrelerini 4 ayağını söyledim. Bunlar iç içe geçen kavramlardır. Mesela dış politika bunun en önemli unsurlarından birisidir. Dış politikayı barış eksenli değil de kavga eksenli yaparsanız 3,5 milyon Suriyeliyi getirirsiniz. Ve sonra da dönüp kimi suçlayacaklar? Esad’ı suçlayacaklar. Yakında gidip Esad’la barışacaklar. Peki niye kavga ettin o zaman? Bu sorunun yanıtı havada. Niye kavga ettin, neden Suriye’ye silah soktun, neden onbinlerce çocuğun ve kadının ölümüne yol açtın diye bir soruyu muhataplarımıza sormak zorundayız.
Bütün bunlar bir arada düşünüldüğünde asla ve asla umutsuz değilim. Bu ülkenin birikimi var, bu ülkenin bilgisi de var, bu ülkenin üniversiteleri de var, bu ülkede hukukta var, bu ülkede azımsanmayacak ölçüde yargı bağımsızlığına saygı gösteren ve davranan binlerce yargıç var.
TÜRKİYE’NİN BU TABLOYU AŞMA GÜCÜ VE KAPASİTESİ VARDIR
Dolayısıyla bizim umutsuzluğa kapılma gibi bir lüksümüz söz konusu değil. Güzel bir Türkiye’yi, yaşanabilir bir Türkiye’yi birlikte inşa etmek zorundayız. Benim sorumluluğum var ama bu masanın etrafında oturan sizlerin de sorumluluğu var. Sizler de halka gerçekleri ve doğruları anlatmak zorundasınız. Ekonomik Krizden nasıl çıkılır? Aklınızla çıkacaksınız, mantığınızla çıkacaksınız. Gerekçelerini koyacaksınız ortaya, krizi yaratan gerekçeler ve bu gerekçeleri ortadan kaldıracak mekanizmaları devreye koyacaksınız.
Vergi; vergi konusunda tam bir felaket Türkiye. Eğitim; tam bir felaket. Bakanın değimiyle zaten milli eğitim yoğun bakımda. Nasıl oluyor da yoğun bakımda oluyor eğitim ve siz 17 yıldır ülkeyi tek başınıza yönetiyorsunuz 17 yıl. 17 yıl dile kolay. 17 yıldır ülkeyi tek başınıza yöneteceksiniz ve bugün Türkiye’yi bu krizin içine sokacaksınız ve Türkiye bu krizden çıkmak için oturup ne yapacağız diye bunu tartışacak. Kim tartışacak? Biz tartışıyoruz onlar değil. Onlar krizin içinde sürüklenip gidiyorlar. Her seferinde bir gerekçe yaratmaya çalışıyorlar krizin sorumlusu kim? Kardeşim krizin sorumlusu sizsiniz, siz yarattınız bu krizi. Devlet dediğiniz bir kurumu yok ettiniz, perişan ettiniz.
O bağlamda benim sorumluluğum var, arkadaşlarımın da sorumluluğu var. Biz kriz nasıl çözülür diye olaya bakarken, önce gittik krizi doğrudan yaşayan insanlarla görüştük. Sendikalarla görüştük, vatandaşla görüştük, Ticaret Odaları, Sanayi Odaları, Esnaf Odaları, Ziraat Odaları herkesle görüştük. Onların şikayetlerini dinledik, sonra çözümlerimizi ürettik. Ama bu çözümlerin hiçbirisi hayata geçmedi. Geçmediği için kriz derinleşerek devam edecektir, işsizlik daha ciddi boyutlara ulaşacaktır. Türkiye’nin tablosu budur. Ama bu tablo bizi umutsuzluğa sevk etmemelidir. Bu tabloyu Türkiye’nin aşma gücü ve kapasitesi vardır.