CHP'nin kadın milletvekilleri TBMM’de basın toplantısı düzenleyerek hükümetin uyguladığı kadın politikasını eleştirdi. CHP’li vekiller adına açıklamalarda bulunan Hatay Milletvekili Suzan Şahin “Türkiye’nin geleceğinden endişeliyiz. Adaletsizlik, denetimsizlik, sorumsuzluk, yargısızlık devletin tüm kurumlarına işlemiş durumda. Sözleşmeden çıkış şekli de tüm bunların acı bir örneği. Demokrasi, hukuk, adalet ve eşitlik adına atılan her geri adım ülkeyi daha da karanlığa sürüklüyor. Bir kez daha yüksek sesle söylüyoruz; biz kadınlar ülkemizin karanlığa sürüklenmesine izin vermeyeceğiz.” diye konuştu.
CHP'nin kadın milletvekilleri, TBMM'de basın toplantısı düzenledi. Milletvekilleri adına konuşan CHP Hatay Milletvekili Av.Suzan Şahin yaptığı açıklamada şunları söyledi:
Uzun süredir memleketin dört bir yanında hukuk tanımayan girişimlere şahit oluyoruz.
İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmeye yeltenme kararı da bu hukuksuzlukların ayan beyan ortaya çıktığı örneklerden sadece birisi olarak, Saray rejiminin yıkımları arasında yerini aldı.
10 yıl önce adını güzel İstanbul’dan alan İstanbul Sözleşmesi’ni ilk imzalayan ve onaylayan ülke olarak Türkiye, uluslararası arenada da öncü bir rol üstlenerek tarihe geçmişti.
O gün büyük bir gururla;
“ülkemiz için çok önemli bir adım”,
“yasalaştıran ilk ülke olma onuru bize ait olacak”,
“hayatımda attığım iki önemli imzadan biri” diye övünenler,
bir gece yarısı kararnamesiyle İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararına attıkları imza ile de Sözleşme’den çıkan ilk ülke olarak, ülkemiz için bir utançla tarihe geçti.
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ ŞİDDET GÖRENİN HAYATINI GÜVENCEYE ALIR
Bugün ülkemizde herkesçe malum olduğu üzere, toplumumuzun tüm kesimleri şiddet sarmalının tehdidi altındadır. Şiddet ilk olarak kadınları, çocukları, yaşlıları, toplumun genelinden farklı yaşayanları başka bir anlatımla ekonomik, sosyal ve fiziksel yönden güçsüzleri, güçsüz bırakılanları hedef almaktadır.
Devlet vatandaşının yaşam hakkını korumak, güven içinde yaşama ihtiyacını karşılamak, şiddet mağdurlarının yanında, faillerinin tam da karşısında durmak zorundadır.
İstanbul Sözleşmesi kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesi konusunda çok yönlü olarak hazırlanmış bir uluslararası sözleşmedir. İstanbul Sözleşmesi, kadınlara yönelik şiddet ve ev içi şiddetin sona erdirilmesini hedefleyen, şiddeti önleme ve şiddetle mücadelede devletin yükümlülüklerini belirleyen ilk uluslararası sözleşmedir.
İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddeti insan hakkı ihlali olarak tanımlamakta ve özel veya kamusal alanda cinsiyet ayrımı yapmaksızın her bireyin korunması gerektiğini düzenlemektedir.
İstanbul Sözleşmesi, şiddet gören veya şiddet görme tehlikesi içinde bulunan kadının delil sunmadan ivedi olarak tedbirlerden yararlanma hakkı sağlamakta ve kadının beyanının esas alınması ilkesi ile şiddet mağdurunun hayatını güvence altına almayı sağlamaktadır.
İstanbul Sözleşmesi, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ve şiddeti sona erdirmek için yol haritasıdır.
SÖZLEŞMEDEN ÇIKMA KARARI ANAYASAYA AYKIRIDIR
20 Mart tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan Milletlerarası Antlaşmaların Onaylanmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde Cumhurbaşkanına Uluslararası Sözleşmelerden çekilme yetkisi verilmemiştir.
Anayasa’nın 104. maddesine göre, Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile düzenlenemez.
İstanbul Sözleşmesi 24 Kasım 2011 tarihli 6251 sayılı kanunla uygun bulunmuştur. Bu sebeple ancak bir kanunla çekilme kararı verilebilir. Temel hak ve hürriyetlerin korunmasına yönelik, kadına yönelik şiddeti insan hakkı olarak tanımlandığı bir sözleşmeden kararname ile çekilme kararı hukuka aykırı olup yok hükmündedir.
KARAR YOK HÜKMÜNDEDİR
Türkiye, insani değerlere dayalı bir uzlaşıyı önce benimseyen, hatta şekillendiren, umut vaat eden, kadına yönelik şiddetle mücadelede öncü ve iyi bir örnek olabilecekken, ne yazık ki AKP hükümetinin sözleşmeden çekilme kararıyla, şiddete karşı uzlaşıyı reddeden bir ülke konumuna düşürüldü.
Tüm dünyada kadının insan haklarındaki eşitlik düzeyi gelişirken ülkemizdeki siyasal irade, tam tersi bir zeminde çekilme kararıyla, kadınların eşit bir yaşam talebine karşı çıkarak, sorunun sürmesine üstü kapalı olarak onay vermiş oldu.
Hepimizin bir gece yarısı aniden öğrendiği bu karar, Cumhurbaşkanı kararnamesinden yetki alıyor gibi gözükse de, temel hak ve özgürlüklerin bir kararname ile düzenlenemeyeceği Anayasa ile güvence altına alındığından, hukuksuz, Anayasa’ya aykırı bir karardır ve yok hükmündedir.
Herkes bilmelidir ki;
Meclisin onayı olmadan 83 milyonun iradesini tek kişinin kararıyla gasp eden ve kadınların yaşam çığlığını yok sayan bu zulmü kabul etmiyoruz.
Türkiye’nin de temsil ettiği insan haklarına ilişkin kazanımlardan ciddi bir kopuş anlamına da gelen bu karar, AKP hükümetinin halka sürekli yaşattığı ve alışkanlık haline getirdiği hukuk ve Anayasa tanımaz uygulamalarından başka bir şey değildir. Bizler buna alışmayacağız!
Ancak bilinmelidir ki; kadınların yaşam hakkını koruyan İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı hukuki usullere uygun yapılsaydı bile; bu çekilmeyi içimize sindirebilmemiz yine mümkün olmayacaktı.
Çünkü; İstanbul Sözleşmesi, insan haklarını güvence altına alan, kadınların yaşam hakkını koruyan ve kadına yönelik şiddetin toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklandığını söyleyen bir sözleşmedir.
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ ETKİN UYGULANSAYDI;
- Kocasından şiddet görmesine rağmen korunamayan Nahide Opuz’lar
- “Ölmek istemiyorum” diye haykıran Emine Bulut’lar
- Aldığı koruma kararları uygulanmadığı için sokak ortasında öldürülen Ayşe Tuğba Arslan’lar anıt sayaçlarda yer almayacaktı.
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ ETKİN UYGULANSAYDI;
- “Beyaz pantolon giymesinin, telefonla mesajlaşmasının” tahrik indirimi sayılması sebebiyle cellatları serbestçe dolaştığı için her an öldürülme korkusuyla yaşayan,
- Israrlı takibe maruz kalarak, can güvenliği ile tehdit edilen,
- Emeğine el konulan, yemeğin tuzu fazla olmuş diye şiddet gören ve anıt sayaçlarda adını bile sayamadığımız nice kadının yaşam güvencesi olacaktı.
İstanbul Sözleşmesinden çekilmek demek, insan haklarını güvence altına alma iradesinden çekilmek, kadınları yaşatma sorumluluğu ve kararlılığından vazgeçmektir.
Bu vazgeçişe biz kadınların itirazı var. Aile Bakanının söylediğinin aksine Türkiye’de TCK 103 Kadın Platformu, platformu destekleyen 300’e yakın kadın örgütü ve kadınlar İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmemeye kararlıdır.
BİR GÜNDE 4 KADIN ERKEKLER TARAFINDAN ÖLDÜRÜLEBİLİYOR !
Bu ülkede her 4 kadından birinin kendisini güvende hissedememesi, kadın erkek eşitliğine inanmadığını itiraf eden, eşitliğin fıtrata aykırı olduğunu söyleyen ve kadın cinayetleri abartılıyor diyen ataerkil zihniyetin sonucudur.
Bu zihniyetin en yakın örneği Cumhurbaşkanının, yıllarca milletvekilliği, meclis başkan vekilliği ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti İçişleri Bakanlığını yapmış kadın siyasi parti genel başkanına “Gelin hanıma gayet güzel ders veriliyor. Bu daha biiiir. Daha neler olacak neler. Daha dur bakalım bunlar iyi günler” diyerek savurduğu tehditler kadına yönelik şiddettir.
Bu anlayış ve eril dili şiddetle kınıyoruz. Son derece talihsiz bir açıklama olarak görüyoruz. Bu ve benzeri sözler “üç beş yıl yatar çıkarım” diyen kadın katillerini cesaretlendirmektedir.
Kadına yönelik şiddetin bu söylemlerle körüklenmesi her gün bir kız kardeşimizi daha aramızdan alıyor. Bir günde 4 kadın erkekler tarafından öldürülebiliyor.
Kimi 23, kimi 36, kimi 60 kez şikayette bulunuyor, ancak resmi makamlar görevini yapmadığı için kadınlar güpegündüz öldürülüyor.
Kadın örgütleri de şiddetin can yakıcılığına dikkat çekiyor:
- 2020 yılında en az 300 kadın cinayeti, 171 şüpheli kadın ölümü,
- 2021 yılının sadece ilk 5 ayında ise en az 112 kadın cinayeti, 79 şüpheli kadın ölümü gerçekleştiğini kayda düşüyor.
AKP MİNAREYİ ÇALIŞ KILIFINI HAZIRLIYOR
Şiddeti önlemek kararlı bir mücadele ile olur ve şiddet politiktir. Bunun için doğumdan ölüme kadar yaşamın her alanında şiddeti önlemeye ilişkin politikalar üretilir, uygulanır ve uygulatılır.
Ancak Aile Bakanı, İçişleri Bakanı adeta aklımızla alay edercesine kadın cinayeti konusunda ortak tanım yapamadığı gibi hepsi, adeta ‘kadın cinayetleri azalıyor’ demek için, minareyi kılıfına uydurma yarışındalar.
TÜİK Başkanı kadına yönelik şiddet konusunda ricalar veya protokoller sonucunda doğru verilere ulaşılamadığını itiraf ediyor.
İçişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı ve Aile Bakanlığının ne verileri ne kategorileri birbirini tutuyor, ne de istatistikleri... Kadınların sırf kadın olduğu için öldürüldüğünü geçiştirmeye çalışarak söyleyemediklerinden, 6284 kapsamında cinayetler diyerek aklımızla alay ediyorlar. Resmen minareyi çalıp kılıfını ona göre hazırlıyorlar.
Diğer yandan, kadın cinayetleri artıyor ve kadınlar İstanbul Sözleşmesini uygula diye haykırıyor.
10 yıldır İstanbul Sözleşmesi etkin uygulanmadığı gibi İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararından sonra kadınlar kendilerini şiddet karşısında daha da güvensiz hissediyor.
Sığınma evleri ve kadınları koruyan mekanizmalardaki yetersizlikler, iyi hal indirimi ve haksız tahrik indirimi adı altında cezasızlık hali, istismar ve şiddet faillerinin serbest bırakılması, bu güvensizliği daha da körüklüyor.
Çekilme kararından sonra erkeklerin avukatlarını arayarak, ‘Sözleşmeden çıktık, karıma şiddetten aldığım cezayı toplam cezamdan düşebilir miyiz?’ dedikleri, şiddet uygulayan faillerin salıverildiği, kadınların evlerinin önüne bıçaklı ve kanlı çarşaflar bırakılarak ölüm tehditleri yapıldığı, 6284 sayılı yasada delil aranmaz ibaresine rağmen kadınlardan delil istendiği, karakollardan geri çevrildiği haberleri basına yansıyor.
Daha da vahimi İstanbul Sözleşmesi karşıtları yüksek sesle ‘Sıra 6284’te, hatta Medeni Yasa’da, CEDAW ve Lanzorette Sözleşmesi’nde’ demeye başlarken, Twitter’da #morardınızmı diye utanç verici etiketler açılıyor, 12 Nisan tecavüz günü ilan edilerek TT yapılıyor.
Bu utancın sahipleri kadınların feryatlarına gözlerini kapamış, kulaklarını tıkamış Saraylarında zevk-i sefa içinde yaşamlarını sürdürüyor.
Kadınların feryatları umurlarında mı acaba?
BU NE PERHİZ BU NE LAHANA TURŞUSU
Kadına Yönelik Şiddetin sebeplerinin araştırılması için meclis araştırma komisyonu kuruldu. Bir yandan İstanbul Sözleşmesi’nden çıkacaksın bir yandan araştırma komisyonu kuracaksın. Bu ne samimiyetsizlik, bu ne yaman çelişkidir !
Samimiyetsiz bulduğumuz meclis araştırma komisyonu bugüne kadar 8 toplantı yaptı, bugün az sonra 9’uncusunu yapacağız. Başından beri Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi konusunda uygulamadaki eksiklikleri vurguluyoruz.
2014 yılında aynı adla kurulan komisyonun ve İstanbul Sözleşmesinin etkin uygulanması konusunda, kurulan alt komisyonun raporları yayımlanmamışken ve her iki komisyonda da uygulamada sorunlar olduğu konusunda hemfikir olunmuşken, yeni bir komisyon daha kuruldu.
Komisyonda istişareden sürekli kaçınan tavır ve bakış açısı ile ne yazık ki, ortak akıl üretme çabamız da karşılıksız kalıyor.
Komisyona bakanlar geliyor, ancak sorduğumuz soruların hepsi “yürütmenin bu alana müdahale yetkisi yoktur” denilerek geçiştiriliyor. ‘‘Cumhurbaşkanının öncülüğü ve talimatıyla..’’ ifadesi ile söze başlayıp, Saray’daki tek bir kişinin isteğiyle her şeyin geçtiğini ve emir telakkisi olduğunu ifade ediyor. Bu itirafların hepsi tutanaklarda mevcuttur.
İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararına ilişkin sorularımız ise hukuka uygundur ya da yazılı yanıt veririz denilerek geçiştiriliyor.
Burada bir kez daha hatırlatmak isterim ki; KEFEK eski Başkanı Canan Kalsın’ın “İstanbul Sözleşmesi Toplumu Bozuyor Demek Akla Ziyan Bir Tutum” diye attığı tweetinden kısa bir süre sonra başkanlıktan alındığına, seçim yapılmadan odasının boşaltıldığına hepimiz şahidiz ve bunu da unutmadık. Gelinen noktada Sayın Kalsın’a partisi AKP tarafından neden operasyon yapıldığını bugün çok daha iyi anlıyoruz!
İÇ HUKUKUMUZ YETERLİ DEĞİL
İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararına ilişkin ‘iç hukukumuz bizim için yeterli’ diyorlar.
Oysa ki; iç hukukumuz da yeterli düzenlemeler olmadığı için biz CEDAW’ı ve İstanbul Sözleşmesi’ni kabul ettik, onayladık, yürürlüğe koyduk.
Uluslararası hukukun bir parçası olarak 4320, 6284, Medeni Kanun, Türk Ceza Kanunu, Kadının statüsü genel müdürlüğü, KEFEK ve yasal düzenlemeler, CEDAW ve İstanbul Sözleşmesi çerçevesinde hayata geçirildi. Hatta Türkiye İnsan Hakları Kurumunun adına ‘Eşitlik’ eklendi.
Kadın haklarının genişletilmesi için bu sözleşmelere imza attık.
Dün bu ilerlemenin bir parçası olmaktan gurur duyarken, bizim ülkemizin ev sahipliğinde imzalanan bir sözleşmeden, bir gece yarısı kararnamesiyle çıkılması bir samimiyetsizliğin ikrarıdır.
SIRADA NE VAR ? ENDİŞELİYİZ !
Baştan hiç çekince koymadığımız, milletin meclisinden oy birliği ile geçirdiğimiz İstanbul Sözleşmesi’ni “ben girerim, istediğim gibi çıkarım” denilerek, demokratik tüm haklar yok sayılarak çekilme kararı tüm kadınlara dayatıldı.
Bu dayatmadan sonra arkasından ne gelecek diye toplum olarak endişeliyiz.
Ara buluculuk, nafaka, cinsel istismara af, erken evlilikleri hoş görme gündeme yeniden mi gelecek ve kadın hakları açısından daha büyük tehlikelerle karşı karşıya mı kalacağız?
Türkiye’nin geleceğinden endişeliyiz.
Adaletsizlik, denetimsizlik, sorumsuzluk, yargısızlık devletin tüm kurumlarına işlemiş durumda.
Sözleşmeden çıkış şekli de tüm bunların acı bir örneği.
Demokrasi, hukuk, adalet ve eşitlik adına atılan her geri adım ülkeyi daha da karanlığa sürüklüyor.
Bir kez daha yüksek sesle söylüyoruz:
Biz kadınlar ülkemizin karanlığa sürüklenmesine izin vermeyeceğiz.
Tek bir kişinin keyfi kararıyla haklarımızdan da kazanımlarımızdan da vazgeçmeyecek, bir kişi daha eksilmeyeceğiz.
İstanbul Sözleşmesi’nin yaşatacağına olan inancımız tükenmeyecek.
İstanbul Sözleşmesi bizim.
İstanbul Sözleşmesi yaşamak isteyen kadınların.
Atatürk ilke ve devrimlerinden kaynağını alan yaklaşımlardan asla vazgeçmeyeceğiz, Cumhuriyetin kurucu ilkelerinin dünyaya örnek olup, kadını özgürleştiren geçmişini, geleceğe taşıma mücadelesini kararlılıkla sürdüreceğiz. Demokratik değerleri pusulamız bilecek, bu yolda yürüyeceğiz. Hukuk devleti ve adalet arayışımızdan asla vazgeçmeyeceğiz.
İstanbul Sözleşmesi kadınları, biz de İstanbul Sözleşmesi’ni yaşatacağız.
Amasız, fakatsız uygulanana kadar mücadeleye devam edeceğiz.
Korkmuyoruz, susmuyoruz, itaat etmiyoruz.