CHP Muğla Milletvekili Mürsel Alban, Türkiye’nin 20 Mart 2021 tarihinde, Cumhurbaşkanı kararnamesi ile kamuoyunda “İstanbul Sözleşmesi” olarak bilinen, Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nden, hukuksuz bir şekilde, tek kişinin kararıyla çıktığını belirterek, “bu kararı alarak sözleşmeyi yırtıp çöpe atanlar, işlenen her kadın cinayetinden sorumludur” dedi.
CHP Muğla Milletvekili Mürsel Alban, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmenin uygulamada yaratacağı boşluğu ve kadına şiddet vakaları üzerindeki olası etkilerinin tespit edilmesi amacıyla Meclis Araştırma önergesi verdi.
CHP’li Alban önergesinde, Türkiye’nin 20 Mart 2021 tarihinde, Cumhurbaşkanı kararnamesi ile kamuoyunda “İstanbul Sözleşmesi” olarak bilinen, Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nden, hukuksuz bir şekilde, tek kişinin kararıyla çıktığını belirterek, “bu kararı alarak sözleşmeyi yırtıp çöpe atanlar, işlenen her kadın cinayetinden sorumludur” dedi.
İç hukukunun, İstanbul Sözleşmesi’nin şiddeti tanımlama ve şiddet karşısında “önleme, koruma, kovuşturma ve politika oluşturma” olarak dört başlıkta geliştirilmiş hükümlerini “kısmen” kapsadığını konunun uzmanları tarafından dile getirildiğini belirten Alban, İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesinin ardından mevcut siyasi iktidarın, Türkiye’nin mevcut iç hukukunun “kadına yönelik şiddetle mücadele etmeye yettiğini” savunduğunu ancak bunun doğru olmadığını öne sürdü.
KADINLAR, ŞİDDETİ YETKİLİ MERCİLERE BİLDİRMEKTE ZORLUK YAŞIYOR
İstanbul Sözleşmesi’ne uyum doğrultusunda çıkarılan ve sözleşmenin iç hukuktaki izdüşümü olarak değerlendirilen 6284 Sayılı Kanun'un, sözleşmenin temel prensipleriyle uyumlu olsa da sözleşmeden “çok daha dar kapsamlı” olduğunun belirtildiğini kaydeden Alban, “İstanbul Sözleşmesi’nde psikolojik şiddetten fiziki şiddete, cinsel şiddetten gebeliğin zorla sonlandırılmasına, ısrarlı takipten zorla evlendirilmeye kadar çeşitli şiddet türleri sıralanmakta ve bu suçların tamamının iç hukukta tanımlanarak cezalandırılması gerektiği vurgulanmaktadır. Ancak kadın örgütleri ve hukukçuların yıllardır süren ısrarına rağmen “ısrarlı takip” hala Türk Ceza Kanunu’nda suç olarak tanımlanmamaktadır. Oysa ısrarlı takip birçok Avrupa ülkesinde ayrı bir suç olarak cezalandırılmaktadır” diye konuştu.
Alban, araştırma önergesi açılmasını istediği gerekçesinde şu görüşlere yer verdi:
“Sözleşmede, kadına karşı şiddetin “toplumsal cinsiyete dayandığını” ve “kadınlarla erkekler arasında tarihten gelen eşitsiz güç ilişkilerinin bir tezahürü olduğunu” söylenmektedir. Yine sözleşmede toplumsal cinsiyet için “toplum tarafında kadın ve erkeğe yüklenen ve sosyal olarak kurgulanan roller, davranışlar ve eylemler” tanımı yapılmaktadır. Fakat, yürürlükteki 6284 sayılı kanunda dahil, kadına karşı işlenen suçu toplumsal cinsiyete bağlı tarif eden herhangi bir mevzuat mevcut değildir.
Ülkemizde kadınlar, maruz kaldıkları şiddeti yetkili mercilere bildirmekte çeşitli zorluklarla karşılaşmaktadırlar. İstanbul Sözleşmesi ise imzacı devletlere, cinsel şiddet mağdurlarına destek hizmeti sunacak kriz merkezleri ya da cinsel şiddet sevk merkezleri oluşturma yükümlülüğü getirmekteydi. Ancak iç hukukta bu hükümlerin tam karşılığını bulmak mümkün değildir. Bu bağlamda hükümetin İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme kararının, hakimlerin iç hukuk hükümlerini de yansıtmayan pek çok “hukuksuz” karar vermesine neden olacağı değerlendirilmektedir. Tüm bu sorunlar ışığında, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmenin pratikte yaratacağı boşluğu ve kadına şiddet vakaları üzerindeki olası etkilerinin tespit edilmesi amacıyla anayasanın 104 ve 105’inci maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılmasını arz ederiz”