CHP Sözcüsü Öztrak, bazı Avrupa ülkelerinin Başbakanlarından gelen Suriyeli ve Afgan sığınmacılar ile mültecilere Türkiye’nin ev sahipliği yapmasıyla ilgili açıklamaları eleştirerek, “Ne âlâ memleket. Tüm bölgeyi, emperyalist emelleriniz için istikrarsızlaştırın. Kan gölüne çevirin. Kabaran göç dalgasını durdurma işini de, 3-5 milyar Avro karşılığında Türkiye’ye havale edin. Kendinize gelin. Türkiye, Avrupa’nın göçmen gettosu değildir, olmayacaktır. Bunu hepiniz böyle bilin” dedi.
CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak, bugün Genel Merkez’de MYK gündemine dair düzenlediği basın toplantısında şunları söyledi:
Uzun bir bayram tatilini geride bıraktık. Bu vesileyle hepinizin geçmiş bayramını bir kere daha kutluyorum. Hafta sonu Suriye’de, hain terör örgütünün saldırısında şehit olan iki Mehmetçiğimize Allah’tan rahmet, kederli ailelerine ve milletimize başsağlığı, yaralanan iki evladımıza da acil şifalar dileyerek, sözlerime başlıyorum.
PRANGALARI LOZAN’LA KIRDIK
Geçtiğimiz hafta sonu, 24 Temmuz, Cumhuriyetimizin tapu senedi olan Lozan Antlaşması’nın 98. yıl dönümüydü. Lozan, büyük bir milletin emperyalizme karşı, cephelerde verdiği varoluş mücadelesini, diplomasiyle taçlandırdığı zaferin adıdır. Büyük önderimiz, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ifadesiyle, “Bu antlaşma, Türk milletine karşı yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşmasıyla tamamlandığı sanılmış, büyük bir suikastın yıkılışını ifade eden belgedir.” Lozan iktisadi bağımsızlığımızın da tapu senedidir. Osmanlı’yı yüzyıllarca sömüren, tüketen Kapitülasyon prangası, Lozan’la kırılıp, atılmıştır. Bugün Türkiye, bağımsız ve özgür milletler ailesinin şerefli bir üyesiyse, semalarımızda ay yıldızlı, al bayrağımız dalgalanıyorsa, minarelerimizden ezan sesleri duyuluyorsa, bunu şanlı Kurtuluş Mücadelemize ve onu taçlandıran Lozan Antlaşması’na borçluyuz.
UFAK ORTAK, ERDOĞAN’IN LOZAN’A BAKIŞINDAKİ SAKATLIĞI NASIL YORUMLUYOR
Bugün hala şanlı tarihimize, “Keşke Yunanlılar galip gelseydi” diyenlerle, aynı pencereden bakan, Lozan’ı istiskal etmeye çalışan densizleri ise, düştükleri zavallılık çukurlarında bir başına bırakıyoruz. Saray ve şürekasının Lozan için neler düşündüğünü biliyoruz bu sır değil. Ama Saray İttifakı’nın ufak ortağının Erdoğan Şahsım Hükümeti’nin Lozan’a bakışındaki sakatlığı nasıl yorumladığını da ayrıca merak ediyoruz. Bu vesileyle, başta Cumhuriyetimizin ve partimizin kurucusu Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, Lozan Antlaşması’nın mimarı İsmet İnönü’yü, Kurtuluş Savaşımızın tüm kahramanlarını, bir kere daha saygıyla, rahmetle ve minnetle anıyoruz.
KARADENİZ’DE FELAKETİN ASLİ SORUMLUSU ERDOĞAN ŞAHSIM HÜKÜMETİ
Ne yazık ki, geçtiğimiz Kurban Bayramı’nı da, bayram tadında yaşayamadık. Rize ve Artvin’de yaşanan sel felaketleri, canımızı, yüreğimizi yaktı. Bayramımızı zehir etti. Felakette yaşamını yitiren vatandaşlarımıza, Allah’tan rahmet diliyoruz. Artık her yaz Karadeniz’de bir sel felaketi yaşıyoruz. Bu kaçıncı sel, bu kaçıncı felaket? Peki, bu felaketlerin tek sorumlusu, Erdoğan Şahsım Hükümeti’nin söylediği gibi, çaylıklarda kullanılan azot gübresi mi? Veya yamaçlara yüksek ev yapan vatandaşlarımız mı? Hayır. Bu felaketlerin birinci dereceden sorumlusu yandaşlara yaptırılan HES’lere, rant için ormanların katledilmesine, yanlış yapılan yol, köprü ve su bentlerine, izin ve onay veren Erdoğan Şahsım Hükümeti’dir.
BATTIKÇA ZIVANADAN ÇIKIYORLAR
Ama bunların yönetim anlayışını artık hepimiz biliyoruz. Beylerin yetkileri çok. Ama sorumlulukları hiç yok. Ne diyor Tarım Bakanı, “Vatandaş kendini korumanın yollarını bulacak.” Allah aşkına! İş yine vatandaşa kaldıysa, siz o koltuklarda neden oturuyorsunuz? Siz ne işe yarıyorsunuz? Battıkça zıvanadan da çıkıyorlar. Gerçekten metal yorgunu bunlar, artık ne yaptıklarını bilmiyorlar. Millet evinden, barkından olmuş. Beyefendi kapısının önünde çay yetiştiren yurttaşlarımızı, otobüsten kafalarına çay atarak teselli etmeye çalışıyor. Sele karşı, keyif çayı için diyor. Almanya’da da sel felaketi oldu. Ama Almanya’yı yönetenlerin aklına, felaketzede Almanların üstüne çay paketi atmak hiç gelmemişti. Onun yerine selden zarar görenler için 400 milyon avroluk acil destek paketi açıkladılar. Neden? Çünkü devlet milletin kafasına böyle tepeden tepeden çay paketi atarak, saçmalamak için değil, zor günlerinde milletine destek olmak için vardır. Bu vesileyle, milletvekili arkadaşlarımızın Rize ve Arhavi’de milletimizin yanında olduğunun altını da çizmek istiyorum.
HÜKÜMET SALGINI UNUTTU, MİLLETE UNUTTURDU
Bayramın sonunda, yeniden salgınla yüzleşmek zorunda kaldık. 10 günlük uzun bayram tatilinde, hükümet salgını unuttu, millete de unutturdu. Plajda, mesire yerlerinde, maske de, mesafe de kalmadı. Sonuç: Temmuz ayı başında 4 binlere kadar düşen vaka sayısı, dün itibariyle 14 binin üzerine çıktı. Dünyada en yüksek günlük vaka sayısına sahip, 15 ülkeden biri yeniden olduk. TÜİK hala, “2020 Ölüm ve Ölüm Nedeni” istatistiklerini yayımlayamıyor. Yine hastane yatış sayıları, üç haftadır her ne hikmetse açıklanmıyor. Diğer taraftan bugüne kadar aşı yaptıranlardan kaçı, Koronavirüs’e yakalandı? Bunlardan kaçı Çin aşısı, kaçı Alman aşısı oldu? Kaçı hastaneye yatırıldı? Kaçı yaşamını yitirdi? Bunları da öğrenmek milletimizin hakkı.
HÜKÜMET “CAN YERİNE CÜZDAN” DEDİ
Yine bir başka konu, aşılamada neden hızımız düştü? Şu ana kadar nüfusumuzun ancak yüzde 20’sini iki doz aşılayabildik. İsrail’de nüfusun yüzde 61’i, Kanada’da yüzde 55’i, Amerika Birleşik Devletleri’nde yüzde 49’u, Avrupa Birliği’nde yüzde 46’sı iki doz aşılandı. Salgının başından bu yana, milletimiz canıyla cüzdanı arasına sıkıştırıldı. Erdoğan Şahsım Hükümeti, nüfusun yüzde 50’sini iki doz aşılayamadı. Ama onun yerine can yerine, yine cüzdan tercihinde bulundu. Ve bir kez daha kontrolsüz bir şekilde açıldık.
SALGIN GELECEĞİMİZİ DE TEHDİT EDİYOR
Şimdi, “Dördüncü zirvenin, hemen başında olduğumuzu” söyleyen bilim insanları var. Aşılama ve tedbirlere gereken özen gösterilmezse, Eylül, Ekim aylarında yeni bir kapanma yaşanırsa, bunun yaratacağı ekonomik ve sosyal yıkım çok daha büyük olacaktır. Salgın sadece bugünümüzü, sağlığımızı, cüzdanımızı, işimizi, gücümüzü tehdit etmiyor. Geleceğimizi de tehdit ediyor. Evlatlarımız bir buçuk yıldır okula gidemedi. Dördüncü zirveye Eylül ayında tırmanılması durumunda, yeni eğitim ve öğretim yılı da başlamadan, tehlikeye düşecek. 1,5 yıldır uzaktan eğitim fiyasko oldu. Pek çok evladımız, eğitime ulaşamadı, ulaşanlar da verilen eğitimden bir şey anlamadı. Eğitim sistemimiz zaten berbattı. Salgınla beraber kötüye gidiş daha da katmerlendi. Çok üzülerek ifade ediyoruz; bir nesli kaybetme tehlikesi her geçen gün büyüyor.
EĞİTİM SİSTEMİNDEN MEMNUNİYET DİBE ÇAKILDI
Bizim de kurucu üyesi olduğumuz, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı bir takım verileri, son günlerde arka arkaya tüm dünyayla paylaşıyor. Eğitimdeki çöküşten, gençlerimizin salgında yaşadığı buhrana kadar, pek çok sorunun boyutlarını bu verilerden karşılaştırmalı olarak görebiliyoruz. Milletimiz eğitim sisteminden memnun değil. 2010’da, vatandaşlarımızın yüzde 61’i eğitim sisteminden memnunmuş. 2020’de bu oran yüzde 27’ye düşmüş. 10 yılda 35 puanlık düşüş bu tam bir çakılma. OECD üyesi 36 ülke içinde, vatandaşlarının eğitim sisteminden en az memnun olduğu ülke bizim ülkemiz Türkiye. Eğitimde memnuniyetsizliğin en hızlı arttığı ülke de yine Türkiye.
OKUL ÖNCESİNDE RAKİPLERİMİZİN ÇOK GERİSİNDEYİZ
Getirisi en yüksek olan eğitim kademesi, okul öncesi eğitim bunu biliyoruz. Bilimsel çalışmalar buna işaret ediyor. Ama ülkemizin en zayıf olduğu eğitim kademesi de, ne yazık ki okul öncesi eğitim. Bunu ben söylemiyorum, bu OECD verilerinde yazıyor. Üç yaşındaki çocuklarımızın, okul öncesi eğitimde kayıt oranı yüzde 10. Diğer OECD ülkelerinde aynı oran ortalama yüzde 78. Dört yaşındaki çocuklarımızın, okul öncesi eğitimde kayıt oranı yüzde 39. OECD’de ortalama yüzde 89. Bunlar rakiplerimizin çok gerisinde kaldığımızı, eğitimde fırsat eşitsizliğinin giderek katılaştığını ortaya koyan veriler. Hali vakti yerinde olanlar çocuklarını okul öncesi eğitimine gönderebiliyorlar ama fakir fukaranın çocuğu okul öncesi eğitimden mahrum kalıyor.
ZENGİN VE FAKİR ARASINDA UÇURUM VAR
Eğitimdeki fırsat eşitsizliğine bir başka örnek, öğrencilerin bilgisayar erişiminde… Meksika ve Kolombiya ile beraber bu alanda en kötü üç ülkeden biriyiz. Türkiye’de zengin çocukların okuduğu okullarda, bilgisayara erişim yüzde 86, yoksul çocukların okuduğu okullarda, bilgisayara erişim yüzde 46. Arada koskocaman bir uçurum var. Eğitimdeki bu uçurumlar, ülkemizin, Erdoğan hükümetleri döneminde, “Yoksulluğun babadan evlada miras kaldığı” bir düzene geçmekte olduğunu gösteriyor.
EĞİTİM SİSTEMİMİZİ PERİŞAN ETTİLER
Bu ülkede, babalar ceketini satar, çocuklarını okutur. Analar yemez, evlatlarına yedirir. Yeter ki evlatlar okusun, yetişsin ve büyük adam olsun. Bu ülkede, fakir ve fukaralıktan kurtulmanın en emin yolu, okumak olmuştur. Bir çocuk okuduysa, tahsilini yaptıysa, hem kendi hayatı kurtulur. Hem de gelecek neslin hayatı kurtulur. Cumhuriyet; bize bunu öğretmiştir. Cumhuriyet; okuyup mühendis olan bir çobanın, Cumhurbaşkanı olduğu rejimin adıdır. İşte bunun için “eğitim politikaları” mutlaka milli olmak zorundadır. Mutlaka eğitimde fırsat eşitliği sağlanmalıdır. Ama Erdoğan Şahsım Hükümetleri, Cumhuriyetimizin pek çok milli niteliğine darbe vurduğu gibi, Milli Eğitime de darbe vurmuştur. Çocuklarımıza, gençlerimize kendi meşrebince, ideolojik format atabilmek için, eğitim sistemimizi perişan etmişlerdir.
TAAMMÜDEN KUL HAKKI YEDİLER
Beraber yol yürüdüğü, “Yağan yağmurlarda beraber ıslandığı” terörist ortaklarının, sınav sorularını çalarak, askeriyeye, adliyeye, tıbbiyeye yerleşmesine kasten göz yummuşlardır. Öğrenci Seçme Yerleştirme Merkezi’nin anahtarını, bilerek terör örgütüne teslim etmişlerdir. İdeolojik öncelik ve hedefleri için, binlerce fakir, fukara gencimizin, emeğini, geleceğini, umutlarını çalmışlardır. Taammüden kul hakkı yemişlerdir. Artık bugün ülkemizde yükselmek için, okumak değil, saray şürekâsından olmak daha önemli oldu.
CHP İKTİDARINDA EĞİTİM YENİDEN MİLLİ OLACAK
Elbette bu düzen böyle gitmeyecek. Milletimizin takdiriyle, CHP’nin işbaşına gelmesiyle eğitim sistemi milli olacak, AK Parti Hükümetlerinin gençlerimizden çaldığı umutları, biz gençlerimize geri vereceğiz. Ne güzel demiş Mehmet Akif; “Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar, hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?” Hata bir kez yapılırsa, hatadır. Tekrarlanırsa, bu artık bir tercihtir. Sayın Genel Başkanımız kaç kez uyardı. “Camiye, Kışlaya, Adliyeye siyaseti sokmayın” dedi. Ama Erdoğan Şahsım Hükümeti bugün bile, aynı hatalarda ısrar ediyor. Adliyeyi, askeriyeyi, asayişi tarikatlar arasında paylaştırıyor.
CÜBBELİ SARIKLI AMİRAL ATILMAYACAK, EMEKLİ EDİLECEK
Ne oldu cübbeli Amiral? Anlaşılıyor ki, bu şahıs, ordudan atılmak yerine, Yüksek Askeri Şûra’da, tüm özlük haklarıyla beraber emekli edilecek. Herhalde ardından da, bir yerlerde yönetim kurulu üyeliği veya SADAT’ta ballı maaşlarla görev verilir. Adalet bunun neresinde? Ahlak bunun neresinde? Vicdan bunun neresinde? Ama artık milletimiz bu vicdansızlara, bu zalim yönetime güvenini tamamen kaybetmiştir. Mızrak artık çuvala sığmamaktadır. 19 yıllık Erdoğan döneminin sonunda, “Takke düşmüştür, kel görünmüştür.”
ADALETTE DE EN SONDAYIZ
Tekrar OECD verilerine dönelim. 2010’dan 2020’ye, vatandaşlarımızın mahkemelere güveni, yüzde 59’dan, yüzde 37’ye düşmüş. 10 yılda adalete güvende 22 puanlık düşüş var. Türkiye, 36 ülke içinde adalete güvenin en hızlı düştüğü ülke. Tekrar OECD içinde, hükümet gücünün denetimle, dengelenip sınırlanmasında, en kötü durumdaki ülke Türkiye. Tabi buna bağlı olarak, temel hak ve özgürlüklerin korunmasında da en sondayız. Yani Erdoğan Şahsım Hükümetleri, devletin adalet direğini de tamamen çökertmiş.
MİLLET ERDOĞAN’A “SANA SARAY DA İKTİDAR DA YOK” DEMEK İÇİN BEKLİYOR
Erdoğan Şahsım Hükümetinin kitabında, “Adaletle hükmetmek” yok. Bunu artık herkes biliyor. Usta polisiye romancımız Ahmet Ümit, son romanında; “Yöneten asla adaletten ayrılmamalı, akraba kayırmamalı, yasaya uymalıdır. Yasa yoksa taht da yoktur, taç da yoktur, Saray da yoktur” demiş. Milletimiz de bunun farkındadır. Erdoğan’a; “Yasaya uymadığın için bundan sonra sana iktidar da yok, Saray da yok” demeye hazırlanmaktadır.
DEVLETİN ADALET DİREĞİNİ YENİDEN AYAĞA KALDIRACAĞIZ
Bizim iktidarımızda devletin hak, hukuk, adalet direği, yeniden ayağa kaldırılacaktır, adalet devletimizin temel direği olacaktır. Bu zalim düzende, millet “yokluk” diyor. Saray “Okluk” diyor. Erdoğan Şahsım Hükümeti güzelim koya, saray konduruyor. Bu zalimlerin elinde, millet, “Açız, geçinemiyoruz” diyor. Saray, millete “Porsiyonları küçültün” diye tavsiyelerde bulunuyor. Sonra “Kıbrıs’a da Saray konduracağız” diyerek, milletle alay ediyor. Acaba Kıbrıs Türküne sordunuz mu? Saray istiyorlar mı? Kibir ve nobranlık hastalığıyla malul saray, kimsenin fikrine görüşüne saygı duymuyor. Milleti unuttu, milletin sesini duymuyor. Varsa yoksa kendisi ve yandaşları. Milletin çoluğu, çocuğu, çalışacak tek bir iş bulamazken, Sarayın beslemeleri, yanaşmaları, tosuncukları üçer beşer demeden, Yönetim Kurullarına doluşturuluyor. Üç beş ayrı yerden, üç beş ayrı maaş bağlanıyor.
MÜHENDİSLİK OKUYAN KASİYER, BANKACILIK OKUYAN ÇİFTÇİ OLUYOR
Ülkemiz Erdoğan Şahsım Hükümeti elinde, en önemli üstünlüğü olan, “Genç nüfus avantajını” bir türlü kullanamadı. Bu hükümet elinde gençlerimiz ne eğitimle, ne de işle buluşabiliyor. Gençlerimiz anasının, babasının dizinin dibinde oturuyor. Tüm OECD ülkeleri içinde, en yüksek ev genci oranı ne yazık ki bizde… 15-29 yaş arasındaki her 100 gencimizden 31’i, ev genci olmuş, anasının babasının eline bakıyor. Üniversite mezunlarımız işsiz. Üç kuruşa iş bulan da mesleğini yapamıyor. Mühendislik okuyan kasiyerlik, bankacılık okuyan çiftçilik yapıyor.
GENÇLERİN ÇALINAN UMUTLARINI GERİ VERECEĞİZ
Gençlerimiz sadece kendisi için değil, ailesi için de kaygılı. Yine OECD’nin yaptırdığı bir başka ankete göre, 18-29 yaş aralığındaki gençlerimizin yüzde 71’i, önümüzdeki yıllarda ailesinin finansal durumundan kaygılı. Yine her 100 gencimizden 63’ü, salgın döneminde, ailesinden birinin iş durumunun bozulduğunu söylüyor. 18-29 yaş arasındaki gençlerimizin yüzde 77’si ise salgın döneminde, “Hükümet daha çok destekte bulunmalıydı” diyor. Hep söylüyoruz; gençlerine umut olamayan bir ülke, geleceğine de güvenle bakamaz. Türkiye geleceğine umutla bakacaksa, gençlerimizin çalınan umutlarını, gençlere geri vermek zorunda. Biz, Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında, gençlerimize, çalınan umutlarını geri vereceğiz.
BETONA VE RANTA DAYALI BÜYÜME MODELİ İFLAS ETTİ
Eğri oturup, doğru konuşalım. 19 yıldır izlenen, üretmeden tükettiren, kazanmadan harcattıran, aradaki makası da borçla kapattıran, betona ve ranta dayalı büyüme modeli artık iflas etmiştir. Türkiye gelişmişlik merdivenlerini hızla tırmanacaksa, bunun yolu tarımsal ve mamul mal üretimini artırmak, tüm dünyayla rekabet edecek şekilde bunu yüksek verimlilik artışlarıyla birlikte sağlamaktır. Afro-Avrasya coğrafyasında, Kapıkule’den, Hindistan sınırına kadar, en gelişmiş sanayi alt yapısı bizim ülkemizde. Coğrafi konumumuz ise eşsiz. 4,5 saatlik uçuş mesafesinde, 58 ülkeye, 1,5 milyarlık nüfusa, 22 trilyon dolarlık bir pazara erişim imkânımız var. Ama bu avantajlarımızı kullanamıyoruz.
TÜRKİYE PRANGALARI KIRACAK GÜCE SAHİP
İmalat sanayindeki işletmelerimizin yüzde 89’u, düşük ve orta-düşük teknolojili ürün üreten şirketlerden oluşuyor. Yine imalat sanayinde çalışanlarımızın yüzde 79’u, bu firmalarda istihdam ediliyor. Toplam üretimin yüzde 71’i de bu firmalarda gerçekleştiriliyor. 2021’in ilk beş ayı itibariyle; yüksek-teknolojili ürün ihracatımızın payı toplam ihracat içinde sadece yüzde 3. İmalat sanayi ihracatımızın yüzde 62’si, düşük ve orta-düşük teknolojili ürünlerin ihracatından oluşuyor. Bu da, ülkemizin uluslararası işbölümündeki zayıf konumunu açıkça ortaya koyuyor. Böyle bir üretim ve teknoloji yapısıyla, orta gelir tuzağından çıkmak mümkün değil. Düşük verimlilik, düşük ücret, düşük katma değer, düşük teknoloji tuzağında hapsolup kalırız. Türkiye elbette bu prangaları kırıp, atacak güce sahip. Yeter ki planlı, programlı bir kalkınma hamlesini başlatabilsin. Biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, bunu yapmaya talibiz.
GAFLETTİR, DALALETTİR, MİLLETE HIYANETTİR
Ama Erdoğan Şahsım Hükümeti, bir yandan iyi eğitimli gençlerimizi küstürüyor, yurtdışına ciddi bir beyin göçü vermemize neden oluyor. Diğer yandan da ülkemizi, düzensiz göçmen ve sığınmacılar için, bir açık hava hapishanesine çeviriyor. Çok açık söylüyoruz. Bu yapılan gaflettir, delalettir ve hatta milletimize hıyanettir. Bunları söylemek, kesinlikle ırkçılık değildir. Türkiye’ye kurulan demografik, siyasi, sosyal ve iktisadi tuzağı açığa çıkartmaktır. Sığınmacı ve mültecilerin insanlık dışı bir siyaset oyununa, kirli bir emperyal senaryoya malzeme edilmelerine isyan etmektir.
EMPERYALİSTLER KÂRLI ÇIKTI, KAYBEDEN TÜRKİYE VE SURİYE OLDU
Suriye krizi 10. yılını doldurdu. Ve bugün, geçici koruma kapsamında, 3 milyon 688 bin 93 Suriyeli ülkemizde yaşıyor. Bunlar tabi Göç İdaresinin resmi rakamları. Gerçek sayının ise 5 milyon civarında olduğu söyleniyor. Bu kadar Suriyeli durup dururken ülkemize gelmedi. Büyük Ortadoğu Projesi’nin Eş Başkanının Emevi Cami’nde namaz kılma rüyası, bu kargaşayı, bu acıklı göçü tetikledi. Bunu kimse inkâr etmiyor. Bugüne kadar Suriye’deki iç savaştan; İsrail karlı çıktı. ABD karlı çıktı. Rusya karlı çıktı. Ne kadar emperyalist güç varsa hepsi karlı çıktı. Ama bu savaşın iki büyük kaybedeni oldu. Biri Türkiye Cumhuriyeti, diğeri ise Suriye Arap Cumhuriyeti…
HESABI MİLLETİMİZ ÖDÜYOR
Suriye’deki savaşın ilk günlerinde, CHP heyeti olarak Hatay’a yaptığımız bir ziyarette, yaşadığımız şu anekdotu hiç unutmuyorum. Bir lokantacı esnafımız, gelen Suriyelilerin lokantasında yediğini içtiğini anlatmıştı. Ama iş hesap ödemeye geldiğinde, “Bizi buraya Erdoğan çağırdı, hesabı da o ödesin” deyip gittiklerinden şikâyet etmişti. Evet, o gün bugündür hesabı Erdoğan değilse de Milletimiz kat be kat ödüyor. 40 milyar dolardan fazla bir kaynak, vergi mükelleflerimizin cebinden yok yere harcandı.
BU POLİTİKALARIN SONUCU YOKSULLAŞMA
Ama Suriye’deki savaşın yarattığı asıl iktisadi kayıp, bu paralar değil. Asıl büyük iktisadi kaybımız, Türkiye’nin “düşük teknolojili üretim yapısına” hapsedilmesi oldu. Biraz önce sanayi üretimiyle ilgili rakamları ifade ettim. Türkiye bugün hala örgü giyim ihracatçısı ise, hala bisküvi, un, halı gibi harcıâlem ürünleri satarak, küresel ticarette yer alıyorsa, bunun sebeplerinden birisi de işte bu kontrolsüz göç. Suriye’den ve son zamanlarda Afganistan’dan, eğitimde ve beceride, Türkiye ortalamasından bile düşük işgücünün girişi, üretilen ve ihraç edilen ürünlerimizin niteliğini, düşük teknolojili ürünlere çiviledi. Türkiye’nin çoktan, bazı sektörlerini kalkınmada geri kalmış ülkelere transfer etmesi ve bunların yerine yüksek katma değerli, yüksek teknolojili sektörlere geçmesi gerekirdi. Ama bunun yerine, Suriye’den ve başka yerlerden göçmen alıp, bunları da kayıt dışı, ucuz işgücü olarak çalıştırarak, düşük teknolojili, emek yoğun sektörlerini ayakta tutmayı tercih etti. Sonuç? Sonuç yoksullaşma.
BU KAFAYLA REKABET EDECEĞİNİZ YER AFRİKA’DIR
Bugün bazı sanayicilerimiz, “Suriyeliler, Afganlar olmasa, çalıştıracak adam bulamıyoruz” diyorlar. Kimse kusura bakmasın, bu üretim yapısıyla üç kuruşa adam çalıştırıp, rekabet edeceğiniz tek yer Afrika’dır. Biz bu güzel ülkemizin Avrupa’nın Afrika’sı, Bangladeş’i veya Vietnam’ı olmasını istemiyoruz. Biz AB’nin tam üyesi olarak, bölgenin yüksek teknoloji üretim üssü olmayı istiyoruz. Kişi başına gelirde hızla AB ortalamasını yakalayıp onu da geçmek istiyoruz.
TÜRKİYE AVRUPA’NIN GÖÇMEN GETTOSU OLAMAZ
Ama Erdoğan Şahsım Hükümeti ve AB’nin oyunu çok farklı. Merkel’in son sözleri bu çerçevede önemli bir itiraf. Türkiye’nin AB üyesi olmasını beklemediğini ifade eden Merkel, Erdoğan’ın “Suriyeli mültecilere ev sahipliği” konusunda, olağanüstü başarı sergilediğini söylüyor. Sonra da ağzındaki baklayı çıkarıyor. Bunun için, Türkiye'ye 3 milyar Avro, rüşvet verileceğini itiraf ediyor. Merkel, AB ve Erdoğan’ın hem milletimizin, hem de sığınmacıların üzerinden oynadıkları kirli siyasi oyunu, deşifre ediyor. Bugün de Avusturya Başbakanı çıkmış, “Afganistan’dan kaçanların Avusturya, Almanya, İsviçre’ye gelmesindense Türkiye’ye yerleştirilmesinin daha uygun olduğunu” söylüyor. Ne âlâ memleket. Tüm bölgeyi, emperyalist emelleriniz için istikrarsızlaştırın. Kan gölüne çevirin. Kabaran göç dalgasını durdurma işini de, 3-5 milyar Avro rüşvet karşılığında Türkiye’ye havale edin. Kendinize gelin. Türkiye, Avrupa’nın göçmen gettosu değildir, olmayacaktır. Bunu hepiniz böyle bilin.
3-5 MİLYAR DOLARI BİZ VERELİM, GÖÇMENLERE ALMANYA BAKSIN
Biz, Türkiye’yi AB üyeliğinden tamamen uzaklaştıran, bizi sığınmacılar için açık hava hapishanesine çeviren, milletimizi yoksullaştıran bu senaryoya asla razı olmayacağız. AK Partinin Grup Başkan Vekili Mahir Ünal, “Fransa’dan, Almanya’dan bakınca, Türkiye süper güç görünüyor” diyordu. Madem öyle, Almanya’ya biz 3-5 milyar doları verelim Sayın Ünal bu Suriyeli ve Afgan göçmenlere Almanya baksın. Zaten bu göçmenlerin gitmek istediği yer Türkiye değil ki, Almanya.
BU MESELE BEKA MESELESİDİR
Çok açık söylüyoruz; bu mesele Türkiye’nin en önemli beka meselesidir. Ama ülkeyi yönetenler öyle kendilerinden geçmiştir ki, AK Parti’den bir Genel Başkan Yardımcısı çıkıp, bu ihaneti mazur göstereceğim diye, bu topraklara daha önce gelenler, ülkeyi önden terk etsin, Suriyelilere yol yordam öğretsin gibi bir saçmalığı ağzında geveleyebiliyor. Neymiş Suriyeliler söylüyormuş. Ne güzel diyor Şems-i Tebrizi, “Edep aklın tercümanıdır. İnsan edebi kadar akıllı, aklı kadar şerefli, şerefi kadar da kıymetlidir.”
KONTROLSÜZ GÖÇ PARTİLER ÜSTÜDÜR, MESELENİN SAHİBİ TBMM’DİR
Kontrolsüz göç meselesi çok ciddi bir meseledir. Tek bir adamın, iki dudağı arasına bırakılacak bir mesele hiç değildir. Bu mesele partiler üstüdür. Milli bir meseledir. Meselenin sahibi, Türkiye Büyük Millet Meclisi olmalıdır. Hiç kimse bize bu konuda, hukuk dersi vermeye kalkmasın. Biz, konunun hukuki, siyasi, iktisadi ve diğer tüm boyutlarına vakıfız. Ve iktidara gelir gelmez de, arkamıza Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni alarak, bu konuların çetin müzakerelerini yapmasını çok iyi biliriz. Avrupa’yı da öyle gözüküyor ki bunun korkusu sarmış durumda. Erdoğan gitmeden onunla yeni bir rüşvet anlaşması yapmak istiyorlar. Buna hem Suriyeliler, hem Afganistan’dan gelen sığınmacılar dahil. Erdoğan buna teşne olabilir. Ama biz buna kesinlikle razı değiliz. Milletimizin de razı olmadığını biliyoruz. O nedenle bu konuda sonuna kadar mücadele edeceğiz.
TUNUS ÖRNEĞİ TEK ADAM REJİMLERİNİN DEMORKASİYE TEHDİT OLDUĞUNU GÖSTERİYOR
Bitirmeden önce, kardeş ülke Tunus’ta, dün üzücü bir takım gelişmeler yaşandı. Cumhurbaşkanı, Parlamento’nun faaliyetlerini askıya aldı. Bu, milli iradenin tecelligâhı parlamentoya karşı yapılan sivil bir darbedir. Askerlerin Parlamento Başkanını Parlamentoya sokmaması ise kabul edilemez. Tek adam rejimlerinde, Cumhurbaşkanlarına seçilmiş de olsa parlamentoyu fesih yetkisi verilmesinin, demokrasiyle bağdaşmayacağını, bir ülkedeki demokrasiyi nasıl tahrip edeceğini açıkça ortaya koymaktadır. Tunus’ta yaşananlar tek adam rejimlerinin demokrasi için nasıl bir tehdit olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Ülkelerin sıkıntıları, ancak milli iradenin en geniş temsil imkanı bulduğu parlamentolarda çözülür. Biz kardeş Tunus halkının bu sıkıntılı dönemi atlatacağına, demokrasinin kazanımlarını koruyacağına inanıyoruz.
Benim söyleyeceklerim bu kadar. Şimdi varsa sorularınızı alabilirim. Teşekkür ediyorum.
Soru- Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanıtılması için bazı öneriler, atılması gereken adımlar gündeme geldi. Bunun yanı sıra Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanıyıp tanımayacak ülkelerde tartışılıyor. Dünyadaki ve özelde Doğu Akdeniz’deki dengelere bakıldığında CHP’ye göre Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni hangi ülkeler tanımaktan, hangi ülkeler tanımamaktan yana olur?
Faik ÖZTRAK- Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti 1983’te kuruldu. CHP daha ilk günden beri Kıbrıs Türklerinin haklı davasının yanında oldu. Yine son dönemde Kuzey Kıbrıs’ın bağımsız bir ülke olarak tanınmasıyla ilgili ilk açıklamanın Sayın Genel Başkanımızdan geldiği de unutulmamalıdır.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti 1983’ten bu yana adada varlığını sürdürüyor. Kıbrıs meselesi çözülmeden AB’nin Güney Kıbrıs’ı üye kabul etmesiyle birlikte, iki ayrı devletin varlığı fiilen kabul edilmiştir. Yani şu anda bu fiili durumun artık hukuki duruma çevrilmesinin zamanı da gelmiştir. Tabi hükümetinde bu konuda gerekli çabayı göstermesi gerekir. Özellikle Kıbrıs’a yapılan son ziyaret sürecindeki “müjde” söyleminin bu konuda bir hayal kırıklığı yarattığını ifade etmemiz gerekir. Kuzey Kıbrıs’ın başta dost ve akraba ülkeler olmak üzere tüm dünya tarafından tanınması için açık bir çağrı yerine Kuzey Kıbrıs’a bir saray yapılması projesinin ortaya atılması gerçek bir hayal kırıklığı olmuştur.
Soru- Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Aslan’ın HDP’nin kapatılması davasında yaptığı iş yükü açıklamasına tepkiler geldi. Aslan’ın bu açıklamasının HDP’nin kapatılmasına karşı bir görüş olduğu belirtildi. Bu nedenle de istifası istendi. Sizin bu konudaki görüşünüz nedir?
Faik ÖZTRAK- Anayasa Mahkemesinin gündemine Anayasa Mahkemesi hakimdir. CHP olarak da bizim bakış açımız bellidir. Siyasi partileri millet açar, millet kapatır.
Soru- İYİ Parti Tokat İl Başkan Yardımcısı Uğur Songül Sarıtaşlı FETÖ’cü Semih Terzi’yi savunduğu için kesin ihraç talebiyle disipline sevk edildi. Sizin bu konuya ilişkin yorumunuz nasıl?
Faik ÖZTRAK- İYİ Partiden ve İYİ Partinin İl Başkanlığından bu konuyla ilgili gerekli açıklama yapılmıştır. Bizim bu açıklamalara ilave edeceğimiz herhangi bir husus olamaz.
Soru- Vakalar artıyor. Uzmanlar göre yeni bir dalga tehlikesi kapıda. Ama Sağlık Bakanı sık sık yaptığı basın toplantılarından vazgeçti. Sadece sosyal medyada uyarılarda bulunuyor. Aşı olun, dikkat edin demenin dışında vaka artışına dair bir plan ya da açıklama şuana kadar yok. Siz bunu ve son dönemin salgın yönetimini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Faik ÖZTRAK- Aslında biz daha salgının en başından itibaren Bilim Kurulunun siyasetten bağımsız, millete güven verecek bir sözcü aracılığıyla salgını ve salgında alınması gereken tedbirleri değerlendirmesi gerektiğini savunduk. Ama bu açıklamaları Sağlık Bakanı yaptı. Süreç içerisindeki bakanın çelişkili açıklamaları vaka ve hasta sayılarını karartması, özellikle Çin aşısında ısrar ederek 6 ay gibi çok önemli bir zamanı kaybettirmesi Sağlık Bakanına olan güveni de olumsuz etkiledi. Şunu bilmemiz gerekiyor, salgınla mücadelede en önemli sermaye güvendir. Bu güven kaybının yarattığı acı ve sıkıntıları şimdi milletçe yaşıyoruz.
Soru- Korona vakalarının yeniden artmasının yarattığı bazı endişeler var. Ekonomik hayatın olumsuz etkilenmesi, vatandaşların geçim sıkıntısının artması gibi. Sizin öngörüleriniz nedir? İşsizlik ile ilgili orta vadede ciddi bir artış sözkonusu olabilir mi? CHP’nin saha araştırmalarına göre Türkiye’de işsizlik oranı kaç civarında?
Faik ÖZTRAK- Şimdi en son söyleyeyim, yani saha araştırmasının ötesinde bir kere TÜİK’in resmi rakamları var. 10 milyon civarında geniş tanımlı işsizimiz var. Biz sahaya çıktığımız zaman bu işsizliğin çok daha derin ve yakıcı olduğunu da açık seçik sahada görme, müşahede etme, izleme imkanını buluyoruz. Şimdi tabi şöyle bir şey, yani bu açılma sürecinde daha önce devlet esnafa doğru düzgün hiçbir yardım vermedi. Sadece borç verdi. Esnafımız da dükkanını açabilmek için elinde avucunda ne varsa sattı dükkanını açtı. Bir daha kapatılırsa, elinde avucunda herhangi bir şey kalmadı. Dolayısıyla bunun faturası son derece ağır olur. Bu nedenle hükümeti bir kere uyarıyoruz. Vatandaşı maske, mesafe ve temizlik konusunda lütfen uyarın. Biz de uyarıyoruz. Ne yapıldığını takip edin. Eğer siz takip etmezseniz, siz görmezden gelirseniz bazı şeyleri hükümet olarak, vatandaşımız da “Böyle bir sıkıntıyla karşı karşıya değiliz” diyecektir. Verileri doğru düzgün açıklayın. Biraz önce söyledim açıklanmayan verileri. Vatandaşımız verileri bilsin ona göre kendi tedbirini alsın. Tekrar söylüyorum, salgın bitmiş değildir. Aşılama konusunda bir yavaşlama söz konusudur. Bu nedenle vatandaşlarımızın aşılanmasıyla ilgili faaliyetler yeniden hızlandırılmalıdır. Türkiye bu pandemi nedeniyle yeni bir kapanma sürecini yaşamamalıdır. Bunun sonuçlarının çok ağır olacağını, yaratacağı hasarın çok ağır olacağını buradan bir kere daha ifade etmek isterim.