CHP Sözcüsü Öztrak, bugüne kadar Hükümetin Kemal Kılıçdaroğlu’nun söylediği ne varsa yapmak zorunda kaldığını belirterek, “Genel Başkanımız en düşük emekli aylığının asgari ücret kadar olması gerektiğini söyledi. En düşük emekli aylığı 7 bin 500 lira oldu. İş başına gelir gelmez tabi eksik kalanı da biz tamamlayacağız. En düşük emekli aylığını, asgari ücret seviyesine taşıyacağız…” dedi.
En düşük emekli aylığındaki artışın da adalet ve denge gözetilmeden yapıldığını kaydeden Öztrak, “Yüksek prim ödeyip 7 bin 500 lira ve üstünde aylık alanların aylığı yerinde saydı. 7 bin 500 lira üzerinde aylık alan emeklilerimizin de durumunu mutlaka düzeltmek lazım. İş başına gelince bunu da biz yapacağız” diye konuştu.
Erdoğan’ın bakanları seçimde milletvekili aday listesine koyma planını da değerlendiren Öztrak, “Anlaşılan Erdoğan’ın bakanları da paçalarını kurtarmanın derdine düşmüş... Bakanlar yeni dönemde, koltuklarının gittiğinin farkında. Hepsi dokunulmazlık zırhı istiyor” ifadesini kullandı. Öztrak, mevcut sistemde Bakanların atamayla gelmiş kamu görevlisinden hiçbir farkının olmadığının altını çizerek, “Atanmış Bakan Yardımcıları istifa ediyor, ama atanmış Bakanların istifa etmiyor. Bunu hangi hukukla açıklayacaksınız?” eleştirisinde bulundu. Bu konuda nihai karar vericinin Yüksek Seçim Kurulu olduğunu anımsatan Öztrak, “Burada da YSK üyelerine tarihi bir sorumluluk düşüyor. Sarayın iradesine göre değil, mutlaka yasalara ve vicdani kanaatlerine göre karar vermelidirler. Yoksa bunun vebalini taşıyamazlar” dedi.
Seçim öncesinde, et fiyatları alıp başını gidince, Saray’ın bildik filmi yine gösterime soktuğunu, Tarım Bakanlığı’nın 500 bin baş sığır ithalatı için ilana çıktığını belirten Öztrak, “Son 20 yılda yaptıkları canlı hayvan ve et ithalatı ise, 9 milyar 495 milyon doları buldu. Deprem bölgesindeki besicilerimize, doğru dürüst yem desteği vermezler. Ama elin üreticisinden milyarlarca dolar verip canlı hayvan ve karkas et ithal ederler. İthal etleri de Ramazan’da, millete bir güzel yedirirler. Sonra gelsin yerlilik, gelsin millilik edebiyatları… Ne diyelim: Şeytan bile bunların yaptıklarına şapka çıkarır…” değerlendirmesinde bulundu.
Erdoğan’ın depremzedeler için bir yılda 319 bin konutu teslimi vadinin “işkembe-i kübradan” sallayarak değil ancak planla, programla, bütün yönleri düşünülerek yapılabileceğini ifade eden Öztrak, “Çalışanları geri getirecek tedbirleri almayacaksın, beton santrali yapmayacaksın, sonra çıkacaksın, ‘Bir yılda 319 bin konut yapacağım’ diye sallayacaksın. Biz geldiğimizde, tüm bu eksiği gediği, hesabı, kitabı tamamlayıp, depremzedelere bu konutları en kısa sürede, bedava teslim edeceğiz” diye konuştu.
CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak, bugün Genel Merkez’de düzenlediği basın toplantısında şunları söyledi:
Acı mı acı; ağır mı ağır günlerin ardından, on bir ayın sultanı, Mübarek Ramazan ayına kavuştuk. Ramazan ayına, Ucube Şahsım Rejiminin tedbirsizliği, liyakatsizliği, kifayetsizliği, beceriksizliği nedeniyle, 50 bini aşkın vatandaşımızı kaybetmenin derin acısıyla, ağır üzüntüsüyle girdik. Bu mübarek ayda yapılacak ibadetlerin, edilecek duaların kalplerimizdeki acıyı, bir nebze rahatlatmasını diliyoruz. Ramazan ayının birliğe, dirliğe, dayanışmaya ve yardımlaşmaya, hanelerimizde huzur ve berekete vesile olmasını temenni ediyoruz.
48 SATTE ŞAM’A GİRECEKTİ, ENKAZIN BAŞINA GİDEMEDİ
Acılarımız hala çok taze… Deprem binlerce yuvayı dağıttı. Analar babalar evlatsız. Evlatlar anasız babasız kaldı. Tek Kişilik Şahsım Rejimi elinde, afet, felakete döndü. Geçmişin köklü kurumları, ucube Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi elinde, depremde meflûç oldu. Bu ülkede ne zaman afet olsa, akla iki kurum gelir. Bunlardan birincisi Türk Silahlı Kuvvetleri’dir. Diğeriyse Kızılay’dır. Ama gördük ki; “48 saatte Şam’a gireceğiz” diyenlerin yönetiminde, Mehmetçiğimiz, bin yıllık ata yurdumuz Hatay’da, deprem enkazının başına, 48 saat boyunca gönderilemedi. “48 saatte Şam Emevi Camii’nde namaz kılacağız” diyenler, 48 saatte, Antakya’da Habib-i Neccar Camiinin enkazına ulaşamadı. Adıyaman’da, Kahramanmaraş’ta, Hatay’da, insanlarımız 48 saat boyunca, enkazın altında kaldı. Soğukta ölüme terk edildi. Donarak hayatlarını kaybettiler.
HATAYLI KADINLAR “HAKKIMIZI HELAL ETMİYORUZ” DEDİ
Her afetin ardından çadır kuran Kızılay, bu afette millete çadır sattı. Görevini ihmal ederek, vazifesini savsaklayarak, suistimal ederek, on binlerce vatandaşımızın, hayatını kaybetmesine yol açan, bu ucube sistemin başındaki ne yaptı? İstifa edeceğine, utanmadan, sıkılmadan, milletten helallik istedi. Cevabını da depremin kırkıncı gününde, Hatay’dan aldı. Samandağlı kadınlar, ellerinde bahhur ve rihenlerle, “Hakkımızı helal etmiyoruz!” diyerek, yeri, göğü inletti.
HAKSIZLIĞIN HESABINI SORMADAN HELALLEŞME OLMAZ
Depremde evladını, eşini, anasını, babasını, hısım ve akrabasını kaybeden bu acılı kadınlar da, milletimiz de şunu çok iyi biliyor: Haksızlığa uğrayana, hakkını vermeden helalleşme olmaz! Haksızlık edenden, yaptığı haksızlığın hesabını sormadan, helalleşme olmaz! Haksızlık yapana, yaptığı haksızlığın kefaretini ödetmeden, helalleşme olmaz! Mağdur olanın, mağduriyeti tazmin edilmeden, helalleşme olmaz!
DEPREMİN GÖTÜRMEDİĞİNİ SEL GÖTÜRDÜ
50 bini aşkın vatandaşımızı, gerekli tedbirler alınmadığı için, zamanında müdahale edilmediği için, depremde kaybettik. Ardından depremin öldürmediğini de, sel alıp götürdü. Adıyaman ve Şanlıurfa’da 20 vatandaşımız, göz göre göre, sel sularına kapılıp, gitti. Depremde ortada görünmeyen hükümet, selde de ortada yoktu. Rant hırsıyla hesapsız kitapsız yapılan geçitler, milletimize mezar oldu.
ÜLKEYİ TANIMAK İÇİN VATANDAŞLARININ NASIL ÖLDÜĞÜNE BAK
Ne diyordu Albert Camus: “Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın.” Ülkemizi 21 yıldır yöneten, bu ucube zihniyetin elinde, evlerimizde, sokaklarımızda, şehirlerimizde, can güvenliğimiz hiç kalmadı. Bu gözü dönmüş rantiyecilerin elinde, en ucuz şey, vatandaşlarımızın canı oldu. Ölen hep öldüğüyle kaldı. Ne depremde yıkılan dayanıksız binalara göz yumanlardan, ne askerimizi enkazın başına hemen göndermeyenlerden, ne Kızılay’ı ticarethane yapanlardan, ne dere yataklarını imara açanlardan, ne orman yangınında uçak uçuramayanlardan, ne de trenleri devirenlerden hesap sorulabildi. Ne yazık ki bu pisipisine ölümlerin, bu tarifsiz acıların gerçek sorumlusu sorumluluğunu hiç üstlenmedi. “Kenarı Dicle’de bir kurt aşırsa koyunu, gelir de adli ilahi Sorar Ömer’den onu” diyerek, işbaşı yaptılar. Bıraktık, koyunu, kurdu… Onca acılar yaşadık… On binlerce yuva söndü. Ömer adaletinden dem vuranlardan, kimse çıkıp da, millete hesap vermedi. İstifa etmedi. Millete çadır kurmayıp, çadır satan Kızılay Başkanı, yerinde. Afette görevini yerine getirmeyen bakanlar, yerinde. Sarayın kibirli başı, yerinde. Üstüne üstlük bir de, memur bakanlarını milletvekili yapma peşinde. Kendisi de hiç utanmadan, sıkılmadan, seçime girmeye hazırlanıyor.
MİLLET ZULMEDENE HESABINI SORAR
Depremzede vatandaşlarımız, başlarını sokacak çadır ve konteyner arıyor. Bunlar şarkılı, sözlü temel atma filmleri çekiyor. Milletin acıları üzerinden, seçim propagandası yapıyor. Deprem bölgesinde iftar sofralarında, siyaset yapıp, on parmaklarında on kara, sağa sola çalıyorlar. Senaryosu sarayda yazılmış, üçüncü sınıf prodüksiyonlara, depremzedeleri figüran yapıp, ondan sonra da sosyal medyada servis ediyorlar. Kötü bir işin en gizli şahidi, insanın vicdanıdır. Ne yazık ki bunlarda vicdan hiç yok… Vicdanını kaybeden, insanlığını da kaybeder. Yolun başında, “Mücahit olacağız” diyenler, yolun sonunda, “Müteahhit” oldular. Yolun başında, “Harun olacağız” diyenler, yolun sonunda, “Karun” oldular. Ama aziz milletimiz herkesin ne yaptığını görür, bilir. Notunu da verir. Sandık önüne geldiğinde de, ak koyunu, kara koyunu ayırır. Kendine zulmedene bunun hesabını sorar.
SAKIZ ÇİĞNEMEKTEN ÖNCE, HARAM YEMEK ORCU BOZAR
Her Ramazan ayında, “Sakız çiğnemek, oruç bozar mı?” diye tartışılır da, orucu bozan çok daha önemli hususlar nedense hiç tartışılmaz. Tartışılması da istenmez. Orucu kul hakkı yemek bozar. Orucu esas beytülmale el uzatmak bozar. Orucu milletin hakkını, hukukunu yemek bozar.
ÇOCUKLAR EN ÇOK MAKARNA-EKMEK TÜKETİYOR
Nerede yolsuzluk varsa, yoksulluk da vardır. Tıpkı ülkemizde olduğu gibi… Bugün bu ülkede, 0-17 yaş arasındaki çocuklarımızın en çok tükettiği yiyecek ekmek ve makarna… En az tükettiği yiyecekte; fasulye, nohut, mercimek, et, tavuk ve balık… yani çocuklarımız ne bitkisel, ne de hayvansal proteinden yararlanabiliyor. Bunu biz demiyoruz. Tayyip’i Üzmeyen İstatistik Kurumu TÜİK diyor. TÜİK’e göre, 6-17 yaş grubundaki çocuklarımızın, yüzde 61’i son bir yılda ne sinemaya, ne de tiyatroya gidebilmiş. Sebep? Tabii ki maddi yetersizlikler. Yine 0-17 yaş arasındaki çocuklarımızın yüzde 66’sının, kendine ait bir odası yok… Her 100 çocuktan 37’si, iki veya daha fazla kişiyle, aynı odayı paylaşıyor. Bugün çocuklarımız doğru dürüst beslenemiyorsa, boyu kısa kalıyorsa, dikkat bozukluğu yaşıyorsa, sosyal becerileri gelişmiyorsa, sebepleri buralarda aranmalıdır. Bugün ülkemizin en önemli sorunlarından birisi, çocuk yoksulluğudur.
ÇOCUKLAR YATAĞA AÇ GİRİYOR, İFTARİYELİK EL YAKIYOR
Bugün ne yazık ki evlatlarımızın çoğu, yarı aç, yarı tok gününü geçirmek zorunda kalıyor. Oysa Peygamberimiz ne buyuruyor? “Komşusu açken tok yatan, bizden değildir.” Siyasete tek yüzükle başlayıp, bugün Saraylarında bir eli yağda, bir eli balda yaşayanların, aziz milletimizi görmediği, duymadığı, unuttuğu ülkemizde pek çok çocuğumuz, yatağa aç giriyor. İşte Ramazan ayında, sıradan iftariyeliklerin durumu… Markette, siyah zeytinin kilosu 120 lira… Beyaz peynirin kilosu 197 lira… Hurmanın kilosu 160 lira… 30’lu karton yumurtanın fiyatı 89 lira… İftar sofrasına etli bir yemek koymak isterseniz, dana kıymanın kilosu 335 lira… Kuzu kuşbaşının kilosu 356 lira. Sofraya bir Ramazan pidesi koymak isterseniz, fiyatı 15 lira… Bu fiyat etiketleriyle; bu hayat pahalılığında, ağız tadıyla bir iftar nasıl yapılacak? Ağız tadıyla sahur yapıp, oruca nasıl niyet edilir? Ama ne demişler? Tok açın halinden anlamaz. Saraylarında, zencefilli somonlu suşileri, kornişona sarılı dana rozbifleri, pataşur içinde Çerkez tavuklarını mideye indirenler, yatarken de hazmetmek için, manda yoğurduna hurma katıp, kestane balı ve yulafla beraber götürenler, milletin halini nereden bilecek? Milletin halini nereden anlayacak?
BİLDİK FİLM YİNE GÖSTERİMDE: ET İTHALATININ KAPILARI AÇILDI
Bu arada seçim öncesinde, et fiyatları alıp başını gidince, bildik film yine gösterime sokuldu. Tarım Bakanlığı 500 bin baş sığır ithalatı için, ilana çıkmış. Ne zaman seçim olsa, canlı hayvan ve et ithalatına hız veriyorlar. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin olduğu 2018’de, 1 milyar 755 milyon dolarlık, canlı hayvan ithalatı yaptılar. Son 20 yılda yaptıkları canlı hayvan ve et ithalatı ise, 9 milyar 495 milyon doları buldu. Deprem bölgesindeki besicilerimize, doğru dürüst yem desteği vermezler. Ama elin üreticisinden milyarlarca dolar verip canlı hayvan ve karkas et ithal ederler. İthal etleri de Ramazan’da, millete bir güzel yedirirler. Sonra gelsin yerlilik, gelsin millilik edebiyatları… Ne diyelim: Şeytan bile bunların yaptıklarına şapka çıkarır…
GENEL BAŞKANIMIZ İKTİDARA GELMEDEN SÖYLEDİKLERİNİ YAPTIRDI
Ama Türkiye’miz, Cumhuriyet Halk Partisi ve Millet İttifakı iktidarına artık gün sayıyor. 51 gün sonra, Türkiye yeni bir döneme başlayacak. Sayın Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu, 13. Cumhurbaşkanımız henüz iktidar olmadan, henüz işbaşına gelmeden hükümete tüm dediklerini yaptıran lider olarak, dünya demokrasi tarihine geçti bile… Gençler ne güzel diyor: “Kemal Kılıçdaroğlu söyler, Erdoğan yapar…” Kemal Kılıçdaroğlu; “Emekliye bayramlarda iki ikramiye” dedi. Erdoğan yaptı… Kemal Kılıçdaroğlu; “3600 ek gösterge” dedi. Erdoğan yaptı. Kemal Kılıçdaroğlu; “Taşeron işçilere kadro” dedi. Erdoğan yaptı. Kemal Kılıçdaroğlu, “Elektrik faturalarında TRT payını kaldır” dedi. Erdoğan yaptı. Kemal Kılıçdaroğlu; “Emeklilikte Yaşa Takılanlar” dedi. Erdoğan yaptı.
EN DÜŞÜK EMEKLİ AYLIĞINA 7 BİN 500 YETMEZ
En son Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu; “En düşük emekli aylığı, asgari ücret kadar olsun” dedi. Erdoğan, eksik de olsa bunu yapmak zorunda kaldı. En düşük emekli aylığı 7 bin 500 lira oldu. İş başına gelir gelmez tabi eksik kalanı da biz tamamlayacağız. En düşük emekli aylığını, asgari ücret seviyesine taşıyacağız… Tabi her işleri gibi bunu yaparken de adalet falan bırakmadılar. Bütün dengeleri bozdular. Yüksek prim ödeyip 7 bin 500 lira ve üstünde aylık alanların aylığı yerinde saydı. 7 bin 500 lira üzerinde aylık alan, emeklilerimizin de durumunu mutlaka düzeltmek lazım. İş başına gelince bunu da biz yapacağız.
DEPREMZEDELERİN EVLERİ BEDAVA OLACAK
Tabi bir başka sözümüz de, depremzede yurttaşlarımıza… Depremde yıkılan evler yerine, inşa edeceğimiz yeni evler için, depremzedelerimizden tek kuruş almayacağız. Çünkü bu yıkılan evlere onay veren, ya bizzat devletin kendisi… Ya da devletin gözetleyip, denetlemesi gereken kişiler… Bir bina yapılırken, zemin etüdünden, uygulama krokisine, mimari projeden, yapı kullanım izin belgesine, 23 ayrı iş için, 42 ayrı imza alınıyor. Vatandaş da devletine güveniyor, tapuya gidiyor, tek bir imzayla evini alıyor. Şimdi vatandaşın hükümete güvenerek, bu kadar imzaya güvenerek aldığı ev, depreme dayanamıyor yıkılıyor. Şimdi Erdoğan vatandaşa diyor ki, “Benim hiç sorumluluğum yok.” Onun için yapacağımız evlerin bedelini, borç, harç geri bana ödeyeceksiniz.” Bunun adalet neresinde?
SADECE İHALESİ 7 AY SÜRER
Erdoğan’ın bildiği tek şey var… O da ihale yapıp, beton dökmek. 21 Şubat ile 17 Mart arasında, 77 ayrı ihalede, 75 milyar liralık ihale açmışlar… Erdoğan deprem acılarının üstüne, hızla beton döküp, sorumluluğunun üstünü örtmek için, beton mikserlerini sahaya sürdü. Ama evdeki hesapta, çarşıya bir türlü uymuyor. Maiyetindeki havuz gazetecileriyle, geçenlerde yaptığı bir programda, “Bir yılda, 11 ilimizde, 319 bin konutu teslim edeceğini” söyledi. Şu ana kadar da toplamda, 46 bin 327 afet evi ve köy evinin ihalesini yaptığını açıkladı. Halep oradaysa, arşın da burada. Eğer bir ayda 46 bin konutun ihalesini yapıyorsan, 319 bin konutun ihalesini yapmak için sana 7 ay gerekiyor. Bu arada işin uzmanları oturup hesaplamış. 319 bin konutu bir yılda tamamlamak için, 53 bin kalıpçı, 32 bin demirci, 100 bin ince iş ustası, 21 bin elektrik ve mekanik tesisatçı, 17 bin mühendis, 25 bin teknik ve idari kadro, toplamda 250 bin kişi gerekiyor. Deprem bölgesinde, daha doğru düzgün geçici barınma yerlerini yapmamışsın. Okullar kapalı, insanlar çocuklarını okutmak için başka illere göç etmiş. Fabrikalar çalıştıracak işçi bulamıyor. Siz bu kadar çalışanı bir yılda nereden, nasıl bulacaksınız? 319 bin konut için, yaklaşık 15 milyon metre küp beton gerekiyor. Ve deprem bölgesinde de bu kapasitede, bu miktarda beton üretecek beton santrali yok. Bunun için 170 beton santrali gerekli. Bu beton santrallerini ne zaman kuracaksınız? Nerede kuracaksınız? Nasıl kuracaksınız?
YAPILIR MI YAPILIR AMA SİZİNLE DEĞİL
Bu işin bir matematiği var. Bir fizibilitesi var. Bu yapılır mı? Yapılır. Ama Saray gibi İşkembe-i Kübra’dan atarak değil. Planla, programla, bütün yönleri düşünülerek yapılır. Çalışanları geri getirecek tedbirleri almayacaksın, beton santrali yapmayacaksın, sonra çıkacaksın, “Bir yılda 319 bin konut yapacağım” diye, sallayacaksın. Biz geldiğimizde, tüm bu eksiği gediği, hesabı, kitabı tamamlayıp, bu konutları en kısa sürede, bedava teslim edeceğiz depremzedelere. Ama Erdoğan bildiğiniz Erdoğan. Salla yalanı, bulunur inananı… Bu hesapsız, kitapsız kafayla da, ülkemizin başı belalardan, bir türlü kurtulmuyor.
ERDOĞAN’IN ELİNDE GAFFAR OKKAN’IN KATİLLERİNE TERÖRİST DİYEMEYEN HÜDAPAR KALDI
“Ama artık herkes biliyor geminin su aldığını, herkes biliyor, kaptanın yalan söylediğini ve herkes biliyor zarların hileli olduğunu…” Kimse Erdoğan’ın gemisine bilet almak istemiyor. Yeniden Refah Partisi, Erdoğan’ı reddetti. Eski Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Erdoğan’ı reddetti. Sabah kuşağında program yapan, Müge Anlı bile Erdoğan’ı reddetti. Erdoğan artık bu ülkede istenmeyen adam… Erdoğan’ın elinde kala kala, Sarayın bekçisi ile Gaffar Okkan’ın katillerine, terörist diyemeyen HÜDAPAR kaldı.
SARAYIN BAKANLARI PAÇAYI KURTARMANIN DERDİNE DÜŞMÜŞ
Anlaşılan Erdoğan’ın bakanları da, paçalarını kurtarmanın derdine düşmüş... Bunu Erdoğan’ın ağzından dinledik. Yardımcısı da dâhil, 17 Bakanını milletvekili listelerine koyacakmış… Bakanlar yeni dönemde, koltuklarının gittiğinin farkında. Hepsi dokunulmazlık zırhı istiyor… Ekşi yemeyenin karnı ağrımaz. Bu kadar karın ağrısının sebebi bellidir. Bunlar ne yaparlarsa yapsınlar. Korkunun ecele faydası yok. Herkes yediği ekşinin hesabını, adalet önünde verir. Verecek. Kaldı ki bu atanmış bakanlar, milletvekili seçimlerine katılacaksa, 16 Mart 2023 tarihi, mesai bitimine kadar, istifa etmeleri gerekirdi. YSK’nın seçim takvimi belli… Mevcut sistemde Bakanların, atamayla gelmiş kamu görevlisinden hiçbir farkı yok. Atanmış Bakan Yardımcıları istifa ediyor, ama atanmış Bakanların istifa etmiyor. Bunu hangi hukukla açıklayacaksınız? Bu konudaki fetvayı da, önceki İstanbul seçimlerinde, “Hiçbir şey olmadıysa da bir şeyler oldu” diyen bu mızıkçıların seçim işleri sorumlusu verdi. Bakanların istifasına gerek yokmuş… Kendileri yazıp, kendileri oynuyor. Dünyanın neresinde böyle bir yönetim var? Bu konuda nihai karar verici Yüksek Seçim Kuruludur. Burada da YSK üyelerine tarihi bir sorumluluk düşüyor. Sarayın iradesine göre değil, mutlaka yasalara ve vicdani kanaatlerine göre karar vermelidirler. Yoksa bunun vebalini taşıyamazlar.
UGANDA “BİLE” DEĞİL
Parmak boyasına ret kararı verdiklerinde, Yüksek Seçim Kurulu’nun AK Partili temsilcisi, “Türkiye bir Uganda değildir” demişti. Ama sayelerinde, Türkiye artık bir “Uganda bile” değil. Beğenmedikleri Uganda’da enflasyon yüzde 9,2; bizde yüzde 55,2. Beğenmedikleri Uganda’da işsizlik yüzde 2,9; bizde yüzde 9,7. Beğenmedikleri Uganda, dünyada basın özgürlüğü sıralamasında 132. sırada, Türkiye 149. sırada… İşte 21 yılın sonunda, Türkiye’yi getirdikleri yer burası. Uganda kadar dahi olamayan bir Türkiye… Türkiye gibi büyük bir ülke, elbette bunu hiç hak etmiyor. Bu yönetimi hiç hak etmiyor. Neyse ki bu kifayetsiz yönetimden kurtulmak için, artık çok az kaldı. Milletimiz 14 Mayıs’ta, sırtına tünemiş bu beceriksizleri kaldırıp atacak…
14 MAYIS’TA İKİ ANLAYIŞ OYLANACAK
14 Mayıs sıradan bir seçim olmayacak. 14 Mayıs’ta kişiler oylanmayacak. 14 Mayıs’ta iki farklı anlayış ve zihniyet oylanacak. Tercih, “Saray” diyenlerle “Millet” diyenler arasında yapılacak. Bir tarafta “kibir” ve “nobranlık”, diğer tarafta “tevazu” ve “nezaket” olacak… Bir tarafta “Saraya sadakat” diyenler, diğer tarafta “Devlette liyakat” diyenler olacak… Bir tarafta, “kul hakkını iştahla” yiyenler, diğer tarafta, “öksüz ve yetim hakkını” savunanlar olacak… Bir tarafta, “Kaynaklar beşli çetelere” diyenler, diğer tarafta, “Kaynaklar milletimize” diyenler olacak. Bir tarafta, “SADAT gibi paramiliter gruplara sırtını yaslayanlar”, diğer tarafta “sırtını milletine yaslayanlar” olacak. 14 Mayıs’ta kazanan demokrasimiz olacak! Kazanan Millet İttifakı olacak! Türkiye’nin 13. Cumhurbaşkanı, Kemal Kılıçdaroğlu olacak!
Benim söyleyeceklerim bu kadar. Dinlediğiniz için teşekkür ediyorum. Şimdi sorularınız varsa yanıtlayım.
Soru- Kabinedeki isimlerin milletvekili adayı olacaklarını Cumhurbaşkanı açıkladı. Siz dokunulmazlık üzerinden değerlendirme yaptınız ama birde bu isimlerin bakan olarak sahada olmalarının sandık bağımsızlığına etki edeceği yönünde yorumlar var. Önceden adalet, içişleri ve ulaştırma bakanları bu gerekçeyle istifa ediyorlardı. Bu seçimde bakanların milletvekili adayı olarak sahada olmaları sizce sandık bağımsızlığı açısından bir sorun mudur? Devletin imkanlarının seçim için kullanılacağı yönündeki eleştirilere katılıyor musunuz?
Faik ÖZTRAK- Akıl, mantık, etik, ahlak ve yasalar milletvekili adayı olacak kamu görevlilerinin görevlerinden ayrılmalarını gerektiriyor. Neden? Ellerindeki devlet gücünü kendi ikballeri, kendi partileri için kullanmasınlar diye. Tüm atanmış devlet memurları istifa ediyor. Ama atama bakanlar istifa etmiyor. En başta bu diğer memurlara haksızlıktır. Anlaşılan bakanlar ellerindeki devlet imkanlarını, resmi uçakları, arabaları seçim çalışmalarında hovardaca kullanacaklar. Bütçenin bu hali gözler önündeyken. Bu AK Partinin devleti nasıl çürüttüğünü açık, seçik gösteriyor. Ama söylüyorum, korkunun ecele faydası yok. Yolcudur Abbas bağlasan durmaz.
Soru- CHP’de önemli görevlerde olan bazı isimlerin Genel Sekreter, MYK üyeleri, Grup Başkanvekili Engin Özkoç da dahil milletvekili adaylıklarına başvurmamaları bu isimlerin seçimin kazanılması halinde kabinede görevlendirileceği şeklinde yorumlanıyor. Sizin bu konudaki açıklamanız nasıl olacak?
Faik ÖZTRAK- Tüm bu süreçler Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu’nun takdirleri doğrultusunda yürüyor.
Soru- HÜDAPAR’ın cumhur ittifakına katılması konusunda Cumhurbaşkanı Erdoğan HÜDAPAR yerli ve milli demişti. Ancak sonrasında ittifakın ortağı BBP Genel Başkanı Destici’den HÜDAPAR’ın parti programını kabul etmiyoruz, reddediyoruz açıklaması geldi. HÜDAPAR işbirliğini, Sayın Destici’nin sözlerini siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Faik ÖZTRAK- Sarayın kibirlisi HÜDAPAR’ın müdafaasına soyunduğunda HÜDAPAR’la Büyük Birlik Partisini konuşmasında yan yana zikretti. Destici şimdi çıktı HÜDAPAR’ın programını kabul etmiyoruz. HÜDAPAR’ın programını kabul etseniz ne olur, kabul etmeseniz ne olur? Siz şu soruya cevap verin, koltuk için HÜDAPAR’la eşitlenmeyi nasıl içinize sindiriyorsunuz? Tabi bu sorunun bir başka muhatabı da Bahçeli’dir.
Soru- En düşük emekli maaşının arttırılması konusunda AK Parti meclise kanun teklifini sundu. Ancak 7 bin 500 liranın üzerinde maaş alan emeklinin maaşında bir artış olmayacağı ortada. Elitaş buna yönelik eleştirilere bu yaptığımız düzenlemenin karşılığını vatandaştan almamamız için manipülasyon yapılıyor dedi. Siz bu yanıtı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Faik ÖZTRAK- İnsaf. Ne manipülasyonu? Bugün Türkiye’de açlık sınırı 9 bin 500 lira. Siz 7 bin 500 lira en düşük emekli maaşı verdik diye övünüyorsunuz. Kıymanın kilosu 353 lira, kuşbaşının kilosu 356 lira. Bir karton yumurta 89 lira. Bunları söyledim. Yani bu ülkede başka neyi konuşacağız? Bugün bu ülkede emeklilerin neredeyse tamamı açlık sınırının altında yaşıyor. Yüksek prim ödeyip 7 bin 500 liranın biraz üzerinde aylık alanların durumu felaket. Hiçbir değişiklik yok maaşlarında? Bu adaletsizlik değil mi? Bu adaletsizlik nasıl çözülecek? Adaletsizliğin adı ne zamandan beri manipülasyon oldu? Manipülasyon falan yok her şey ortada.