CHP Sözcüsü Öztrak, Türkiye’nin Kuzey Irak Yönetiminin çıkardığı petrolü Kerkük-Yumurtalık-Ceyhan Boru Hattı üzerinden uluslararası piyasalara sattığı gerekçesiyle uluslararası tahkimde 1,4 milyar dolar tazminata mahkûm edildiği haberlerini değerlendiren Öztrak, “Kuzey Irak petrolünün, Irak Anayasasına aykırı şekilde, uluslararası pazarlara ulaştırılmasına, izin veren kim? Bu ticaretten Türkiye’de kimler nemalandı? Erdoğan ailesi bu işin neresinde? Damat bu işin neresinde?” diye sordu.
Gerçeklerin ortaya çıkmak gibi güzel bir huyu olduğunu belirten Öztrak, “Milletimizin sırtına yüklenen bu olağanüstü faturanın sorumlularını ortaya çıkarmak da, Merkez Bankası’nın arka kapısından buharlaştırılan 128 milyar doların hesabını sormak da, milletimizden çalınan 418 milyar doları da söke söke alıp, milletimize vermek de bizim boynumuzun borcudur” dedi.
CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak, bugün Genel Merkez’de MYK gündemine dair düzenlediği basın toplantısında şunları söyledi:
Gücün zekâtı, tevazudur. Bu zekât ödenmezse, güç kibre dönüşür. Hayatta her şey inceldiği yerden kopar. Kibir ise zırh gibi kalınlaştıkça, etrafını yakıp, yıkar. Büyük zararlar verir. 2018’den bu yana, 85 milyonluk koca Türkiye, bunu yaşayarak, tecrübe ediyor. Erdoğan’ın arşa ulaşan kibri, ülkemizin her bir ferdini mağdur ediyor. Ucube Şahsım Rejimi ve kibirlisinin elinde, ülkemizde çürümeyen, zarar görmeyen, çökmeyen tek bir şey kalmadı. Devletin adalet direği çöktü. Köklü kurumları çöktü. Eğitim çöktü. Dış politika çöktü. Ekonomi çöktü. Sağlık çöktü. Ve en sonunda, depremde binalarımız, yollarımız çöktü.
AFET BU KİBİR ABİDESİNİN ELİNDE FELAKETE DÖNÜŞTÜ
Afetler bu kibir abidesinin elinde, felakete dönüştü. İlk iki gün enkazın başında devlet yoktu. Mehmetçiğe zamanında emir verilmediği için, askerimiz yoktu. Deprem enkazının altında, 50 binden fazla yurttaşımız, yardım çağırarak soğukta donarak can verdi. Enkazın başında bekleyen çaresiz analardan, babalardan, çocuklardan, dedelerden, ninelerden, “Nerede bu devlet” feryatları yükseldi. Sahra hastaneleri, sahra mutfakları, sahra çadırları bir türlü kurulamadı. Enkazdan çıkanlara, evini barkını kaybedenlere, Mehmetçiğimizin sıcak yardım eli hızla ulaştırılamadı. Oysa daha önceki felaketlerde, Mehmetçiğimizin bu sıcak yardım eli, muhtaçları vakit yitirmeden kucaklamıştı. Mehmetçiğimizin bir tas sıcak çorbası, üşüyen bedenleri, hızla ısıtmıştı. Ama arşa çıkmış kibirleri, beceriksizlikleri, kifayetsizlikleri, ideolojik önyargıları nedeniyle, bunlar yapılamadı. Bir yönetici her şeyden vazgeçebilir. Ama sorumluluklarından vazgeçemez. Bu ülkeyi 21 yıldır yönettiklerini iddia edenler, sebebi oldukları 50 bin can kaybının, sorumluluğundan asla kaçamaz… Ama Sarayın Kibirlisi, fütursuzca sorumluluktan kaçmaya çalışıyor.
SORUMLULUK SARAY’DA DEĞİL ÖLENLERDEYMİŞ
Dün yine çıkmış, çeşitli bahaneler uyduruyor. Neymiş? “Tabiatın kendi işleyişine saygılı bir hayat nizamı kurmazsanız, bir gün gelir tabiat hakkı olanı alır götürür. Atalarımız çok güzel söylemiş; 'Dere yatağında akar.' Depreme dayanıksız bina yaparsanız, ilk büyük sallantıda yıkılır. Dere yatağına bina inşa ederseniz, ilk büyük yağışta sele kapılır. Ormanları korumazsanız, ilk büyük yangında varınızı yoğunuzu kül eder. Yumuşak ve meyilli sırta ev kurarsanız, gün gelir toprak onu yutar.” Yani, sellerde, depremlerde, yangınlarda, toprak kaymalarında ölenlerin sorumluluğu, ölenlerin kendisindeymiş… Buralara inşaat yapılmasına izin verenlerin, buna göz yumanların, bu binaları güçlendirmeyenlerin hiçbir sorumluluğu yokmuş. Ülkeyi 21 yıldır yöneten rantiyeci kibir abidesinin, bu can kayıplarında, bu büyük yıkımda, hiçbir sorumluluğu yokmuş. Yine her zaman yaptığını yapmış. Sadece yetkiler benim, sorumluluk ise milletin, iyi ne varsa benden, kötü ne varsa milletten, demiş.
BUNLARI YAPAN ERDOĞAN
Hep diyoruz; arsızlık bunların siyasetinin en büyük sermayesi. Arsız arlanmayı hiç bilmez. Hiçbir şeyden utanmaz. Utancı gidenin kalbi de, zaten ölüdür.
İş başında olduğu 21 yılda, 9 kez imar affı çıkaran kim? Sarayın Kibirlisi Erdoğan…
Çıkardığı imar aflarıyla, depreme dayanıksız binaları affeden kim? Tabi ki Sarayın kibirlisi Erdoğan…
2018’de çıkardığı imar affıyla, seçim meydanlarında, “Hayırlı olsun” diye böbürlenen kim? Tabi ki Sarayın kibirlisi Erdoğan…
İmar aflarına reklam filmi çeken kim? Tabi ki Sarayın kibirlisi Erdoğan…
Dere yataklarına evler yapılırken, bunlara izin veren kim? Tabi ki Sarayın kibirlisi Erdoğan…
İstanbul’a, kadim şehrimizin tarihi siluetine ihanet eden kim? Tabi ki Sarayın kibirlisi Erdoğan…
Karadeniz’in yaylalarının, güzelim Ayder’in rant uğruna talanına seyirci kalan kim? Tabi ki Sarayın kibirlisi Erdoğan…
Derelerine, doğasına sahip çıkan yaşlı başlı köylülerimizi jandarmalara hırpalatan kim? Tabi ki Sarayın kibirlisi Erdoğan…
Kendisi uçan saraylarda oradan oraya gezerken, orman yangınlarını söndürmek için, uçak almayan kim? Tabi ki Sarayın kibirlisi Erdoğan…
Türk Hava Kurumu’nun mevcut yangın söndürme uçaklarını, çürümeye terk eden kim? Tabi ki yine Sarayın kibirlisi Erdoğan…
Yaşadığımız her afet bugün bir felakete dönüşüyorsa, bunun sebebi 21 yıldır ülkenin başındaki hükümet ve onun başı Erdoğan’dır, Erdoğan. Ama Erdoğan sorumluluklarından kaçmaya çalışsa da, sorumluluklarından kaçmanın sonuçlarından kaçamayacaktır. Sonuç apaçık ortada; 21 yıldır Erdoğan’ın kibrinin, kifayetsizliğinin, beceriksizliğinin bedelini, milletimiz ya canıyla, ya da malıyla ödüyor.
BEYİN CERRAHI TİTİZLİĞİYLE PLANLANMALI
Kahramanmaraş depremlerinde de, 50 binden fazla yurttaşımızı kaybettik. Bizim hesaplamalarımıza göre, fiziki ve beşeri sermaye kayıplarımızın toplamı, 126 milyar dolar… En son Uluslararası Çalışma Örgütü, ILO, Kahramanmaraş depremlerinin, çalışma hayatına etkilerini araştırmış. ILO’ya göre, deprem, bölgedeki çalışma saatlerinde, yüzde 16’lık bir kayba neden olmuş. Bu 657 bin 147 tam zamanlı işçinin, işini kaybetmesi anlamına geliyor. Emekçilerimizin gelirinde yaşanan aylık kayıpsa, 150 milyon dolar. Her bir çalışanın aylık kaybı ise 4.351 lira. Yani ayda 231 dolar. Deprem bölgesinde 220 bin civarında iş yeri, ya yıkık, ya da ağır hasarlı. Yine deprem bölgesinde ekonomik aktivitedeki yavaşlama, çalışma saati bakımından, en az Adana’da, en çok da Malatya’da… Hep söylüyoruz. Deprem bölgesindeki her ilin, hatta her bir ilçenin ihtiyaçları birbirinden farklı. Adana’nın ihtiyaçları ile Malatya’nınki aynı değil. Diyarbakır ile Adıyaman’ın ihtiyaçları da aynı değil. Her yerleşim yerinin ihtiyaçlarına göre, adeta bir beyin cerrahı titizliğiyle bir planlama, programlama yapmak lazım… Ama ne Sarayın kibirlisinin, ne de şürekasının böyle bir kapasitesi yok. Onların tek derdi var, bol bol ihale yapmak, törenle, seyyar, müteharrik temeller atmak. Sosyete pazarı çığırtkanı edasıyla da beton pazarlamak…
AÇIK AÇIK KARŞILIKSIZ PARA BASACAĞIZ DİYORLAR
Ziya Paşa şu beytini yazarken, sanki bugün olanları görmüş de yazmış... “İdrâk-i maâlî bu küçük akla gerekmez, zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez.” Gerçekten o kadar akıldan, bilimden, hikmetten, tarihten bihaberler ki… Cumhur İttifakı, Yeniden Refah Partisi’yle bir protokol imzalıyor. Protokolle, “Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın, Hazine’yi fonlamasının, önündeki engellerin kaldırılması”nı oturuyorlar birlikte hükme bağlıyorlar. Birde altına imza atıyorlar. Açık, açık “biz karşılıksız para basacağız” diyorlar. Nobel ekonomi ödülü sahibi, Paul Krugman: “Karşılıksız para basmak, çok fazla tatlı yemek gibidir. Yerken kendinizi iyi hissedersiniz. Sıkıntıları ise sonradan ortaya çıkar” diyor. Tıpkı bugün olduğu gibi…
200 LİRA ÇIKTIĞINDA 130 DOLAR ALIYORDU, ŞİMDİ ANCAK 10 DOLAR
Şu elimde tuttuğum banknot 200 lira, ilk kez 2009 Ocak ayında tedavüle girdi. 2009 Ocak ayı başında, bu banknotla 130 dolar alınıyordu. Bugün ancak 10 dolar 50 sent alınabiliyor. Yine 2009 Ocak ayında, 200 lira ile doldurduğunuz pazar filesini, bugün doldurmaya kalksanız, ödemeniz gereken miktar: 500 lira değil, 1.000 lira değil, 1.500 lira değil, 2.000 lira değil. Tamı tamına 2 bin 209 lira… Bu 200 liranın yanına, 10 tane daha aynısından koysanız, 2009’un Ocak ayında aldığınız, meyveyi, sebzeyi, eti, peyniri almanıza yetmiyor.
ASGARİ ÜCRETLİNİN MASASINDAKİ PEYNİRİ, YUMURTAYI, ETİ ALIP GÖTÜRDÜ
2011 yılında Erdoğan ne diyordu? “Eğer biz geldiğimizde asgari ücretle aldığın yumurtadan, aldığın sütten, aldığın peynirden, aldığın ekmekten bugün daha az alıyorsan, bize oy verme…” Madem öyle, Sarayın kibirlisinin, enflasyonla millete ödettiği hesabı da, önüne bir koyalım bakalım. Erdoğan’ın ucube şahsım rejiminin hayata geçtiği, 2018’in Haziran ayında, asgari ücretle 73 kilo beyaz peynir alınıyordu. Bugün 60 kilo alınabiliyor. Ucube Cumhurbaşkanlığı Hükümetinin başı Erdoğan 5 yılda, asgari ücretlinin sofrasından 13 kilo peyniri aldı götürdü. 5 yıl önce asgari ücretle, 3 bin 562 yumurta alınabiliyordu. Bugün 2 bin 933 tane alınabiliyor. Ucube Cumhurbaşkanlığı Hükümetinin başı Erdoğan asgari ücretlinin sofrasından 629 yumurtayı almış götürmüş. Bundan 5 yıl önce asgari ücretle sofrasına 162 kilo tavuk eti koyabilen vatandaşımız, bugün sofrasına 141 kilo tavuk eti koyabiliyor. Ucube Cumhurbaşkanlığı Hükümetinin başı Erdoğan asgari ücretlinin sofrasından 21 kilo tavuk etini kapıvermiş. Ucube Cumhurbaşkanlığı Hükümeti döneminde sofraya konan, pirincin 28 kilosunu, toz şekerin 41 kilosunu, Sarayın kibirlisi alıp götürmüş. Hangi birini söyleyelim. Bu liste uzayıp gidiyor. Peki, bunun sorumlusu kim? Tabii ki “Ekonominin sorumlusu benim, ben” diyen Erdoğan.
DÜNYADA GIDA UCUZLARKEN BİZDE PAHALANIYOR
Bugün dünyada gıda fiyatları düşerken bizde arşa çıktıysa, bir kilo kıyma 300 lirayı aştıysa, bir kilo soğan bugün 20 lirayı bulduysa, yumurtanın kartonu 90 liraya, karton sütün litresi 30 liraya dayandıysa, bunun sorumlusu kim? Tabii ki “Ekonominin sorumlusu benim, ben” diyen Erdoğan. Bugün gerçek işsizlerimizin sayısı, 8 milyonu aştıysa, 1 milyon 79 bin üniversite mezunumuz bugün işsizse, 3 milyon gencimiz, ne bir işte çalışıyor, ne okuyor, evde oturuyorsa, anasının, babasının yanında ev genci olmuşsa, bunun sorumlusu kim? Tabii ki “Ekonominin sorumlusu benim, ben” diyen Erdoğan.
BUNLARIN GÖZÜNDE MİLLET YOK
Milletimiz bunların ne yaptığını görmüştür, notlarını da vermiştir. Şimdi, masasından çalınan peynirin, yumurtanın, pirincin, şekerin, işsiz evlatlarımızın çalınan geleceklerinin hesabını, sandıkta sormaya hazırlanmaktadır. Milletimiz kendini unutan, halini görmeyen, “Benim için varsa yoksa sarayımın beslemeleri, Sarayımın yanaşmaları, Sarayımın beşli çeteleri” diyen, Erdoğan’dan bunun hesabını sormak için, sandığı sabırsızlıkla beklemektedir. Milletimiz bunların gözünde de yoktur, gönlünde de yoktur. Giderayak yaptıkları her iş, bunu açıkça göstermektedir.
KESİNLEŞMEYEN MATRAHI ARTIRMA DÜZENLEMESİ
İşte son yaptıkları bir yasal düzenleme… Depremde 9 Mart 2023’te, kaybettiğimiz 50 bin yurttaşımızın, daha kırkı çıkmamış. Bunlar Türkiye Büyük Millet Meclisinden, adrese teslim bir yasa çıkarıyorlar. Değişikliği de Plan Bütçe Komisyonunda yapmıyorlar. Genel Kurulda yapıyorlar. Adeta milletin gözünden kaçırmaya çalışıyorlar. Şimdi çıkarttıkları bu 7440 sayılı kanunla, daha 2022’nin beyanname dönemi bitmeden, şirketler henüz 2022 yılı vergi matrahını kesinleştirmeden, henüz belli olmayan bir matrahın, artırımına imkân getiriliyor. Türk Vergi Sisteminde, beyanname dönemi henüz bitmemişken, matrah artırımına imkân veren bir düzenlemeyle maliye tarihinde ilk defa karşılaşıyoruz. Daha önce eşine rastlanmayan böyle bir uygulamaya, neden ihtiyaç duyuldu? Bunu kim veya kimler istedi? Biraz daha açalım. Şeytan aslında ayrıntı da gizli… Beyanname dönemi bitmeden, matrah artırımına imkân veren bu düzenlemeyle şirketler matrah artırımına giderse, 2022 ve öncesinde ödedikleri vergilerle ilgili olarak, vergi incelemesi yapılamayacak. Vergi incelemesi yapılamadığı için de, yolsuzluklar, usulsüzlükler denetçilerden gizlenecek. Tekrar soruyoruz: Adrese teslim bu düzenleme kim veya kimler için yapıldı? Beşli çetelerinizden, hangi şirketleri giderayak kurtarmak için bunu yaptınız?
HIRSIZ EVDEN OLURSA MANDAYI BACADAN AŞIRIR
“Hırsız evden olursa, mandayı bacadan aşırır” demişler. Bunların durumu da tam bu… Ama ne yaparlarsa yapsınlar, milletin kasasından buharlaştırılan, 128 milyar doları da, hazinesinden uçurulan 418 milyar doları da, söke söke alacağız, asıl sahibi olan milletimize geri vereceğiz. Yine TBMM’de KİT Komisyonundaki görüşmelerde, bir başka skandal daha patladı. Ziraat Bankası 2018’de, “Havuz medyasına amiral gemisi alınsın” diye, Saray beslemesi bir iş insanına, 800 milyon dolarlık bir kredi açmıştı. Bu kredinin ödemeleriyse, sözleşme hükümlerine uygun yapılmadı. Kredi borcu tam yasal takibe düşecekken, Ziraat Bankası 21 Nisan 2022 tarihinde, bu borcu yeniden yapılandırdı. Şimdi öğreniyoruz ki, Saray beslemesi bu şirket, yapılandırmanın olduğu tarihten bu yana, borcunun sadece 586 milyon liralık kısmını ödemiş. Yani bugünkü dolar kuruyla hesaplarsanız 30 milyon 700 bin dolar yapar. Kalan 770 milyon dolara ise yanaşmalar çökmüş.
ZİRAAT BANKASI ÇİFTÇİNİN BANKASI OLACAK
Şimdi biz de soruyoruz; bu ülkede hangi çiftçimiz, Ziraat Bankası’ndan böylesine avantajlı krediler alabiliyor? Borcunu ödemese de, borcu böyle uygun koşullarla yapılandırılıyor? Bunu gerçekten merak ediyoruz. Milletimiz adına soruyoruz. Ortak politikalar mutabakat metnimizde, “Ziraat Bankası’nı çiftçinin, Halk Bankası’nı esnaf ve KOBİ’lerin bankası yapacağız” diye, bu nedenle açıkça yazdık. Ama nedense bu yazdıklarımız AK Parti’nin Ekonomi İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısını rahatsız etmiş. Beyefendi Ortak Politikalar Mutabakat Metnimizi değerlendirirken, “Burada hedef, Ziraat Bankası’nın bankacılık faaliyetlerini, sadece tarımla ve çiftçilerle sınırlandırmaktır. Bu durumda Ziraat Bankası, tarım dışındaki bir alana ve çiftçilerin dışındaki hiçbir gerçek ve tüzel kişiye, kredi ve finansman imkânı sunamayacak, yatırım yapamayacaktır” ifadelerini kullanmış. Tam da öyle… Doğru anlamış. Bizim yönetimimizde Ziraat Bankası, çiftçinin Bankası olacak. Bir telefonla, Sarayın yandaşlarına ballı kredi vermeyecek. Çiftçinin parası yandaşa, yanaşmaya peşkeş çekilmeyecek. Ahbap-Çavuş ilişkileriyle eşe, dosta, yandaşa kredi vermeyecek. Bu şekilde verilmiş kredi varsa derhal gözden geçirilecek. Ekşi yiyenlerden de hesabı sorulacak. Bu, sizleri rahatsız ettiyse, verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı sadece mutlu oluruz.
TAHKİME GÖRE KİM NE KADAR TAZMİNAT ÖDEYECEK AÇIKLAYIN
Ama dedik ya, hırsız içeriden olunca, kapı kilit tutmazmış… Yani hangi yolsuzluğu, hangi usulsüzlüğü anlatalım. Yediler, içtiler… Şimdi hesabı millete yıkıp, kaçıp, gitmeye uğraşıyorlar… Birkaç gündür hem uluslararası basında, hem de yerel basında ciddi iddialar yer alıyor. Türkiye, Kuzey Irak Yönetiminin çıkardığı petrolü, Kerkük-Yumurtalık-Ceyhan Boru Hattı üzerinden, uluslararası piyasalara sattığı için, Paris’teki Uluslararası Tahkim Heyeti tarafından, 1 milyar 400 milyon dolar tazminata mahkûm olmuş. Sebep, Kerkük-Yumurtalık-Ceyhan boru hattından, 2014-2018 arasında yapılan petrol ticaretinin, Irak Merkezi Yönetimi’nin onayı olmadan yapılması. Enerji Bakanlığı da bunun ardından bir açıklama yapmış; “Hakem heyeti, Irak’ın beş talebinden dördünü reddetti. Ülkemizin taleplerinin büyük çoğunluğunu kabul etti. Bu ihlaller sebebiyle, Irak Türkiye’ye tazminat ödeyecek” deyip top çeviriyor. Şimdi lafı eveleyip gevelemeyi bırakacaksınız. Türkiye Irak’a ne kadar tazminat ödemeye mahkum oldu, Irak’tan ne kadar tazminat alacak bunu açıklayacaksınız. Enerji Bakanlığı’nın yaptığı açıklamadan, Irak’ın taleplerinden birinin, tahkim heyeti tarafından, kabul edildiği anlaşılıyor. Bu durumda Irak’ın kabul edilen talebi nedeniyle, Türkiye, Irak’a tazminat ödeyecek mi? Ödemeyecek mi? Ödeyecekse ne kadar tazminat ödeyecek? Irak yönetimi, Türkiye’ye tazminat ödeyecekse, bu tazminatın tutarı ne kadardır? Bir daha soruyorum. Enerji Bakanlığı bu rakamları milletten niçin saklıyor? Neyi korumaya, gizlemeye çalışıyor? Kuzey Irak petrolünün, Irak Anayasasına aykırı şekilde, uluslararası pazarlara ulaştırılmasına, izin veren kim? Bu ticaretten Türkiye’de kimler nemalandı? Kimler köşeyi birkaç kez döndü? Erdoğan ailesi bu işin neresinde? Damat bu işin neresinde? Bu konular er ya da geç aydınlanır. Hep söyledik gerçeklerin ortaya çıkmak gibi, güzel bir huyu var... Milletimizin sırtına yüklenen bu olağanüstü faturanın sorumlularını ortaya çıkarmak da, Merkez Bankası’nın arka kapısından buharlaştırılan 128 milyar doların hesabını sormak da, milletimizden çalınan 418 milyar doları da söke söke alıp, milletimize vermek de bizim boynumuzun borcudur.
TÜRKİYE’NİN AVANTAJI ÇOKTUR, YETER Kİ İYİ YÖNETİLSİN
Bu güzel ülkemiz, bereketli topraklar üzerinde 4,5 saatlik uçuş mesafesinde 1,5 milyarlık nüfusa, 58 ülkeye ve 21 trilyon 500 milyar dolarlık bir pazara erişim imkânına sahip. Bu özellikle son Covid-19 krizinden sonra dağılan arz zincirleri çerçevesinde değerlendirildiğinde çok büyük bir avantaj. Yine taşı sıksa, suyunu çıkaracak gençlerimizle, dünyanın her yerinde iş yapabilecek, ter döken, ihracatçılarımız ve iş insanlarımızla, aslında ülkemiz çok önemli üstünlüklere sahip. Ülkemizin çok büyük bir potansiyeli var. Geleceği parlak. Yeter ki kral değil, kural ile yönetilsin. Yeter ki kibir değil, tevazu ile yönetilsin. Yeter ki kutuplaştırarak değil, kucaklaştırarak yönetilsin. Yeter ki “Her şeyi bir tek ben bilirim” diyerek değil, istişareyle yönetilsin.
ÇİÇEKLERİ KOPARARAK BAHARI ENGELLEYEMEZSİNİZ
14 Mayıs’ta Türkiye seçimini yapacak. 15 Mayıs sabahı, Türkiye’nin 13. Cumhurbaşkanı, Kemal Kılıçdaroğlu olacak. 15 Mayıs sabahında, Cumhurbaşkanımız Kemal Kılıçdaroğlu’nun yönetiminde, milletimiz huzur içinde uyanacak, sokağına, okuluna, işine, komşusuna huzurla, güvenle gidecek. Cumhurbaşkanımız Kemal Kılıçdaroğlu olacak, sofralarımıza Halil İbrahim bereketi gelecek. Cumhurbaşkanımız Kemal Kılıçdaroğlu olacak, ülkeye hak, hukuk, adalet gelecek. Cumhurbaşkanımız Kemal Kılıçdaroğlu olacak, milletimizin çalınan neşesi geri gelecek. Cumhurbaşkanımız Kemal Kılıçdaroğlu olacak, yurtdışına giden gençlerimiz, ülkesine geri dönecek. Ne diyor Pablo Neruda? “Tüm çiçekleri koparabilirsiniz, ama baharın gelişini engelleyemezsiniz.” 15 Mayıs sabahı, Kemal Kılıçdaroğlu gelecek, ülkemize bahar gelecek. Artık şafak atarsa 45. Yani bugün plaka Manisa’ya düştü. Bu vesileyle, tüm Manisalı kardeşlerimizi sevgiyle, saygıyla selamlıyoruz…
Benim söyleyeceklerim bu kadar. Şimdi sorularınız varsa alabilirim.
Soru- Cumhurbaşkanı Erdoğan, bugünkü grup toplantısında millet ittifakını ve özellikle CHP’yi HDP üzerinden terörle işbirliğiyle suçladı. Terör örgütünün uzantısını parlamentoda ziyaret eden ana muhalefet partisinin başındaki zat değil mi? Acaba neler vaat etti, nelerin pazarlığını yaptı dedi. Bu sözlere ve terör işbirliği suçlamalarına sizin yanıtınız ne olacak?
Faik ÖZTRAK- Ne demiş büyüklerimiz? Kişi kendinden bilir işi. Dün Oslo’da kamu görevlilerini terör örgütüyle doğrudan masaya oturtan, Habur’da çadır mahkemeleri kurduran, kadınları domuz bağıyla boğarak öldürenleri savunanlarla bugün ittifak yapan, onlarla ortak liste yazan Erdoğan’ın bizzat kendisidir. Bizim cemaziyelevvelimiz bellidir. Cumhuriyet Halk Partisi Kuvayımilliye’den, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-ı Hukuk Cemiyetinden neşet eden bir partidir. Cemaziyelevvelleri karışık olanların bize söyleyecek tek bir sözü yoktur. Cumhuriyet Halk Partisiyle herhangi bir terör örgütünü pazarlık yaptı diye bir araya getirmek bühtandır ayıptır.
Soru- Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AK Parti icraatları arasında en çok övündüğü konulardan birisi havalimanları. Havalimanı sayısını arttırmasıyla sürekli övünüyor. Eski Bakan Veysel Eroğlu ise birbirine yakın havalimanları işlemiyor. Özellikle bölgesel havalimanlarını dikkate almak gerekiyor. Yani kaynak israfı oluyor. Yeteri kadar sefer yapılamıyor bölgesel olmadığı için dedi. Bu sözlere sizin değerlendirmeniz nasıl olur?
Faik ÖZTRAK- Şimdi bunları söyleyene 21 yıl sonra akşam yemeğinden sonra günaydın derler. Hükümetin nasıl plansız, programsız hareket ettiğinin, rant hırsıyla gözünün nasıl dönmüş olduğunun, bu ülkede yol açtıkları israfın, savurganlığın şu sözler açık itirafıdır.
Soru- Seçim kanununda yapılan değişiklikle beraber ortak liste konusu uzun süredir konuşuluyor. Cumhur ittifakı ortağı MHP lideri Devlet Bahçeli, MHP’nin kendi amblemi ve listesiyle seçime gireceğini açıkladı. Bu açıklamaya dair pek çok yorumda yapılıyor. Onlardan birisi de HÜDAPAR’ın AK Parti listesinden seçime girecek olması nedeniyle MHP’nin rahatsız olduğu yönünde. Sizin bu açıklamalara ve bu değerlendirmelere ilişkin yorumunuz ne olacak?
Faik ÖZTRAK- Hatırladığım kadarıyla daha geçen hafta Sayın Bahçeli, HÜDAPAR’la kol kola girmekten rahatsız olmadığını ifade etti ve HÜDAPAR’ın avukatlığına soyundu. HÜDAPAR’ı savundu. Ama bu açıklamaya baktığımızda bu açıklama cumhur ittifakı içinde çok ciddi bir kol bükme mücadelesinin olduğunu ortaya koyuyor. Seçimi kaybedeceğini anlayan cumhur ittifakının tarafları öyle anlaşılıyor ki, aralarında kavga etmeye başladılar.
Hep söylüyoruz, 15 Mayıs sabahı Türkiye’nin 13. Cumhurbaşkanı Kemal Kılıçdaroğlu olacak, ülkemize bahar gelecek.