CHP Sözcüsü Öztrak, Cumhuriyetin 100. yılının hakkıyla kutlanması milletin müştereklerini büyütmek, birlikteliğini yaşatmak için bir büyük fırsat olduğunu, ancak siyasetini milleti ayrıştırmak üzerine kuran Hükümetin bu fırsatı da heba ettiğini belirterek, “Anıtkabir’de, kabir adabından nasibini almamış, bindirilmiş kıtalar Erdoğan’a tezahürat yapıyor. Sarayın kibirlisi, donanmamızı Atatürk’ün hayata gözlerini yumduğu Dolmabahçe Sarayı yerine, Vahdettin’in adıyla anılan köşkten selamlıyor. O Vahdettin ki, ülkesinden bir İngiliz zırhlısına binerek kaçmıştı, Atatürk de nutkunda, onu ‘Soysuzlaşmış’, ‘hain’ diye tarif etmişti. Bunların hepsi sarayın kendi alternatif tarihini yazma, Atatürk’ü unutturma çabalarının birer parçasıdır. Ama ne yaparlarsa yapsınlar boşuna… Bu milletin gönlünden Atatürk silinmez” diye konuştu.
CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak, bugün Genel Merkez’de düzenlediği basın toplantısında şunları söyledi:
Bugün, yeni bir yüzyılın, Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılının ilk günü…
Cumhuriyetimiz, Mustafa Kemal Atatürk’ün “benim karakterimdir” dediği, tam bağımsızlıktır.
Cumhuriyetimiz, teba olmaktan millet olmaya giden, demokrasiye, özgürlüklere açılan yoldur.
Cumhuriyetimiz, kadın devrimidir. Cumhuriyetimiz, ulusumuzun çağdaş medeniyetler seviyesini aşma hedefiyle, geleceğe el ele, omuz omuza yürümesidir.
Cumhuriyetimiz, “Bilhassa kimsesizlerin kimsesi”dir. Cumhuriyetimiz, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün komutasında, “Milletin hayat ve istiklaline suikast eden düşmanların saldırılarına karşı verilen” dünyanın tüm mazlum uluslarına örnek olan, emperyalizme karşı en meşru ve en şanlı mücadeleyi, İstiklal mücadelemizi taçlandırmıştır.
Cumhuriyetimiz, tam bağımsızlık, ulusun egemenliği ve devrimler üzerinde yükselen, bir var olma projesidir.
Cumhuriyetimiz, millet iradesinin her şeyin üstünde olması demektir. İlmek ilmek örülen demokrasi yolunun, ilk ve en önemli adımıdır.
Cumhuriyetle aziz milletimiz, “Az zamanda çok ve büyük işler” başarmıştır. CHP’nin 1930’lu yıllardaki bir afişinde yer alan, bugün de birilerinin eğip bükerek kopyalamaya çalıştığı, “Asrı yıla sığdırdık” sözleri, Cumhuriyet ve devrimlerinin arkasında yatan azmin ve kararlılığın ifadesidir.
ERDOĞAN DEMİREL’İN SÖZLERİNDEN NASİBİNİ ALMAMIŞ
Cumhuriyetimizin 100. Şeref Yılını, Hükümet, alelade, sıradan bir şekilde geçiştirmeyi tercih etti. Şanlı Cumhuriyetimizin, önemli yıl dönümlerinde, yapılan ve tarihe şerh düşen hazırlıklar da, etkinlikler de, Cumhuriyetin 100. yıl dönümünde maalesef yoktu. Cumhuriyetimizin 10. yılında, sınırlı imkanlarla düzenlenen görkemli törenlerde Atatürk, “Bugün Cumhuriyet’imizin onuncu yılını doldurduğu en büyük bayramdır. Kutlu olsun!” diyerek başladığı söylevini, “Sonsuza akıp giden her on senede, bu büyük millet bayramını daha büyük şereflerle, mutluluklarla, huzur ve rahatlık içinde kutlamanızı, gönülden dilerim. Ne mutlu Türküm diyene!” diyerek, Cumhuriyet bayramlarının nasıl kutlanmasını istediğini söylemişti. Cumhuriyetin 75. yılında da, dönemin Cumhurbaşkanı rahmetli Süleyman Demirel, Başbakan’ı, bakanları, kutlama programında görev alacak bürokratları özel sektör ve STK temsilcilerinin katıldığı Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde basına açık bir toplantıda yaptığı konuşmada; “Törenler şaşaalı, tantanalı ve görkemli olmalıdır… Cumhuriyetin 75. yıldönümü ayakları yerden kesecek kadar heyecan verici olmalıdır. Cumhuriyetin yıl dönümünde halk heyecan duymazsa, rejimle arasının açıldığı intibaı oluşur. Hiçbir şeyden heyecan duymazsak, müştereğimiz kaybolur” demişti. Bu toplantıya katılanlar arasında İstanbul Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan da vardı. Ama Süleyman Demirel’in sözlerinden hiç nasibini almadığı Cumhuriyetin 100. yıl kutlamalarında ortaya çıktı.
ATATÜRK’ÜN İSMİNİ MİLLETİN GÖNLÜNDEN SİLEMEZLER
Cumhuriyetin 100. yılını hakkıyla kutlamak, her nesle nasip olmayacak bir şereftir. Bu heyecan, bugün ihtiyacımız olan müştereğimizi, birlikteliğimizi yaşatmak için, bir büyük fırsattır. Ama siyasetini, milleti birleştirmek değil, ayrıştırmak üzerine kuran bir yönetim maalesef böyle büyük bir fırsatı heba etmiştir. Bu ülkenin kurucu babası Atatürk’ün, ismini bile telaffuz etmekten imtina edenlerin, fesli meczupların anlattığı, dedikodudan bozma tarihe takılanların, Cumhuriyetle hesaplaşmaya kalkanların anlayışının hakim olduğu, tek kişilik vesayet düzeninde; Atatürk’ün kurduğu Diyanet, Atatürk’ün adını dualarda bile geçirmemek için, türlü çeşitli laf cambazlıkları sergiliyor. Saray şürekası Cumhuriyete “100 yıllık narkoz”, Erdoğan’a da “İkinci Atatürk” demeye cüret edebiliyor. 100. yıl kutlamalarında yapılan drone gösterilerinde döne döne Cumhurbaşkanlığı forsları, AK Parti’nin 100. yıl logoları gösterilirken Atatürk’e yer verilmiyor. 100. yılda, iktidar ve muhalefet Anıtkabir’de Ata’nın manevi huzuruna birlikte çıkıyor. Ama Erdoğan, Anıtkabir defterine yazdığı yazıda muhalefeti bir tarafa itiyor, “Kendinden ve ittifak ortaklarından” söz ediyor. Ata’nın huzurunda bile milleti bölüp parçalamaya devam ediyor. Anıtkabir’de, kabir adabından nasibini almamış, bindirilmiş kıtalar Erdoğan’a tezahürat yapıyor. Sarayın kibirlisi, bu yıl törenleri başkent Ankara’dan İstanbul’a aldı. Resm-i geçit yapan donanmamızı da Atatürk’ün hayata gözlerini yumduğu Dolmabahçe Sarayı yerine, Vahdettin’in adıyla anılan köşkten selamladı. O Vahdettin ki, ülkesinden bir İngiliz zırhlısına binerek kaçmıştı, Atatürk de nutkunda, onu “Soysuzlaşmış”, “hain” diye tarif etmişti. Bunların hepsi sarayın kendi alternatif tarihini yazma, Atatürk’ü unutturma çabalarının birer parçasıdır. Ama ne yaparlarsa yapsınlar boşuna… Bu milletin gönlünden Atatürk silinmez.
ATATÜRK MAZLUM MİLLETLERİN KUTUP YILDIZIDIR
Atatürk, sadece milletimizin değil, dünya üzerindeki tüm mazlum milletlerin de kutup yıldızıdır. Yolunu kaybedenlere yol gösterir. Bundan bir asır önce emperyalizme karşı verdiğimiz İstiklal mücadelemizi, dünyanın bu en meşru savaşını taçlandıran, ülkemizi medeni âlemin saygın bir üyesi yapan, Cumhuriyetimizin 100. Şeref yılını en görkemli şekilde kutlamak, aynı zamanda 100 yıl sonra, “Mazlum milletlerin zulme ilelebet tahammül etmeyeceğini, bir kere daha tüm dünyaya haykırmak için” de büyük bir fırsattı. Saray bu fırsatı da kullanamadı. Ama Saray’ın yapmadığını, aziz milletimiz yaptı. Cumhuriyetin 100. Şeref yılını ona yakışır bir biçimde kutladı. Binler oldu, on binler oldu, yüzbinler oldu, milyon oldu… Cumhuriyetin 100. yılında Anıtkabir’e aktı. Yolları, caddeleri belediyelerimiz ay yıldızlı bayrağımızla doldurdu. Gece de Partimizin ve Cumhuriyet Halk Partili Belediyelerin düzenlediği etkinliklerde, Cumhuriyetimizin 100. yılı coşkuyla kutlandı. Milletimiz, Atasına da, Cumhuriyetimize de sahip çıktı. Türkiye Cumhuriyetinin dahili ve harici bedhahlara rağmen ilelebet payidar kalacağını bir defa daha gösterdi.
GAZZE MESELESİNİ İNSANİ ZEMİNDEN ÇIKARDI
Gazze’deki vahşet, insan hakkı ihlalleri, savaş suçları, Sarayın aklına nedense, çatışmaların başlamasından üç hafta sonra, Cumhuriyetin 100. yılını kutlayacağımız günden, bir gün önce geldi. Erdoğan Gazze’de yaşananları protesto mitinginde, yine bir gece ansızın gelmelerden, destan yazmalardan dem vurdu. Meseleyi Gazzelilerin haklı olduğu insani zeminden çıkarıp, kabadayılığa, restleşmeye, dine, imana, hamasete döktü. Her zaman yaptığını yaptı, yeni bir ağa maraba hikayesinin de kapağını açıverdi. Dış siyaseti bir kere daha iç siyasete alet edip diplomasiyi kör, sağır ve topal bıraktı.
TERÖR KİM YAPARSA YAPSIN TERÖRDÜR
Bu arada altını çizerek de ifade edelim: Bize göre kim yaparsa yapsın, nereden gelirse gelsin, masum çocukları, kadınları, sivilleri hedef alan her saldırı terördür. Biz terörü değerlendirirken kimin yaptığına değil, ne yaptığına bakarız. Hiçbir haklı gerekçesi olamaz. Ne bir dava, ne de bir saldırıya verilen cevap terörü haklı çıkarmaz. Hükümetin başı, kendisini kimse ciddiye almayınca, bu perspektifi ve Gazze saldırılarının başında gösterdiği sözde itidali kaybetti. İhvan aşkını yeniden depreştirip, meseleyi insani boyutundan öteye taşıyarak, bir taraftarlığa çevirdi. Eğer Sarayın Gazze’de arabuluculuk, garantörlük gibi bir niyeti varsa, bu, “İsrail’in elini sıkmam, bir kere sıktım, ama iyi niyetimi suiistimal ettiler, bunlar akıl hastası” gibi iç siyasete dönük diplomasinin önünü kapatan laflarla olmaz. Sonra bir bakarsınız, İsrailli esirlerin salıverilmesinde arabuluculuğu yapan Türkiye değil Katar ve Mısır oluverir.
AMERİKALI SENATÖRLERİN HADSİZLİĞİNE EN SERT ŞEKİLDE YANIT VERİLMELİ
Amerikan Kongresi’nde bir grup senatör çıkar, Türkiye ile Hamas arasındaki siyasi, lojistik, mali bağlantılardan, Erdoğan’ın Müslüman Kardeşlerle ideolojik bağlarından, Türkiye’nin Hamas için bir sığınak haline geldiğinden, Hamas’ın İstanbul ofisindeki para trafiğinden, bunlara verilen vatandaşlıktan, pasaportlardan bahsetmeye başlar. Türkiye’yi üstü örtülü olarak, 7 Ekim saldırılarında rol almakla suçlamaya varacak hadsizliklerin önü açılır. Buradan ifade ediyorum, bu hadsizliğe derhal en sert cevap verilmelidir.
SUYUN BAŞINDA ERDOĞAN OTURDUKÇA
Ama eğer hükümetin derdi dış güçler, Gazze’ye destek verdik diye bize saldırıyor hikayeleri anlatarak yandaşlarının dahi rasyonel olmadığını söylediği politikalarının sebep olduğu, zulme dönüşen vergilerin, zamların, hayat pahalılığının üstünü örtmekse o başka… Malum, Hazine ve Maliye Bakanı para bulmak için Körfez’den batıya yolları arşınlamaya devam ediyor. Ama suyun başında hala Erdoğan’ın oturduğunu görenler, Mehmet Şimşek’e sadece temennilerini ve iyi niyetlerini sunuyor, para için başka kapıya diyorlar. Anlaşılan artık umut kalmadı. Seçimden önce ekonomide milleti ferahlatma imkanı da tükendi. Şimdi dışarıdan saldırıyorlar söylemleriyle, oyunlarıyla ekonomideki çaresizliklerini, perdelemek istiyorlar.
LİYAKATIN RUHUNA RAHMET
Kimsesizlerin kimsesi olan bu Cumhuriyet, evlatları için her zaman fırsat eşitliği demekti. Sağladığı eğitim olanaklarıyla, azmeden çoban Sülü’nün Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel olmasının yolunu açtı. Cumhuriyetin eğittiği, yurt dışına gönderdiği öğrenciler, “Bir kıvılcım olarak” gitti, “Yurda ışık saçacak alevler” olarak döndü. Tıpta, hukukta, bilimde, arkeolojide, sanatta, sporda, sanayide, hayatın her alanında ülkemizin önünde yeni ufuklar açtı. Doktor ve eski başbakan Sadi Irmak, o gençlerden biriydi. Bugün 10 liralık banknotun arkasında resmi olan büyük matematikçi Cahit Arf, o gençlerden biriydi. Edebiyatçı Sabahattin Ali ve Sabahattin Eyüpoğlu, tarihçi Enver Ziya Karal, Türkiye’nin ilk kadın arkeoloğu Jale İnan da onlardan biriydi. Ama bugün işbaşında olan, kifayetsiz kadroların elinde, yoksulluk ana-babalarından evlatlarına miras kalır hale geldi. Artık liyakatın, fırsat eşitliğinin ruhuna rahmet okutuluyor. Bu rejimde sadakat tek geçer akçe oldu.
HİÇ BİR MAKAM BU ÜLKENİN GENÇLERİNDEN BÜYÜK DEĞİLDİR
Gençler okuyup geleceklerini kurmaya çalışıyorlar ama iş bulup bulamayacakları, özledikleri hayata kavuşup kavuşamayacakları da belli değil. Diğer yandan da hükümet onlara doğru dürüst bir yurt, doğru dürüst bir beslenme imkanı sağlayamıyor. Üniversite öğrencilerinin çoğu bu nedenle çalışmak zorunda kalıyor. Öğrenciler bir yandan çalışarak yaşam kavgası verirken, bir yandan da okuma baskısı altında. O nedenle geçtiğimiz haftalarda üniversitelerde okuyan gençlerimizden üçünün intiharıyla bu ülke sarsıldı. Aydın’daki KYK yurdunda bindiği asansörün düşen Zeren kızımızın hayatını kaybetmesiyle dehşete kapıldık. Evladını yitiren babanın “Çocuğumu devlete emanet ettim ama devlet benim çocuğuma bakamadı” sözleri hala kulaklarımızda… Bu sözler, insanlıktan nasibini alan herkesin vicdanlarında çınlıyor. Ama bir de bu vicdana sahip olmayanlar var. Zeren için tepkilerini gösteren öğrencilere başka bir ildeki yurt müdürünün “Korkuyorsan binme asansöre” diye bağırmasını bu ülkede vicdan sahibi olanlar asla unutmayacak. Evladımızın canına mal olan bu işgüzarlıktır. Bu kibirdir, bu küstahlıktır. Zeren kızımızın ölümünden kim sorumluysa; kimin kusuru, ihmali, beceriksizliği varsa hepsi hesap vermelidir. Genel Başkanımızın da dediği gibi “Hiç kimse ve hiçbir makam, bu güzel ülkenin güzel evlatlarından büyük değildir.”
2028’DE EVİNDE İHTİYAÇLARI KARŞILANMAYAN ON BİNLERCE ÇOCUK DAHA OLACAK
Gençlerine sahip çıkamayan, kucaklayamayan, umut veremeyen bir ülke geleceğine de umutla bakamaz. Ama bizde, bırakın gençlere umut vermeyi, açık açık gençlere yalan söyleyen, onları aldatmak için bin dereden su getiren bir Hükümet var. Seçimden önce, gençlere cep telefonu, bilgisayar alımlarında vergi muafiyeti sözü verdiler. Şimdi diyorlar ki, 9 bin 500 liraya kadar olan telefon ve bilgisayarda en fazla 5 bin 500 liraya kadar destek veririz. Şimdi her şeyin fiyatı almış yürümüş… 9 bin 500 liraya zaten bilgisayar yok. Gençlerin aklıyla açıkça dalga geçmeye kalkıyorlar. Gençlerin bu hükümetin umurunda bile olmadığı, bu hükümetin açıkladığı son Kalkınma Planı’ndan da belli. Şuanda mecliste görüşmeleri devam eden plana göre 2028 yılına geldiğimizde hala her beş gençten biri ne eğitimde olacak ne de çalışacak. Ev genci olarak anne-babasının eline bakmaya devam edecek. Yine bu plana göre Aile Bakanlığı’nın Sosyal ve Ekonomik Destek adlı hizmetinden yararlanan çocukların sayısı 157 binden 230 bine çıkacak. “Bu SED nedir?” derseniz, çocuklarının temel ihtiyaçlarını karşılayamayan ve yaşamlarını en düşük seviyede dahi sürdürmekte güçlük çeken ailelere çocuklarının bakımı ve desteklenmesi amacıyla verilen destek. Yani hükümet 2028 yılında, evinde temel ihtiyacı karşılanamayan çocuklara on binlercesi daha eklenecek diyor.
CUMHURİYET OSMANLI’NIN BORÇLARINI ÖDEDİ, BU HÜKÜMET BORÇ YAPTI
Bizim Cumhuriyetimiz, ne yaptıysa bu ülkenin evlatları için yaptı. Bu ülkenin kurucuları, “Ey yükselen yeni nesil! İstikbal sizindir. Cumhuriyet'i biz kurduk, onu yükseltecek ve sürdürecek sizlersiniz” dedi. Üretimi, gençlerin üretime katılmasını hedef koydu. Yarı sömürge, savaşta yıpranmış, borç kıskacına sarılmış bir ekonomi devraldı. Sanayi alt yapısı diye bir şey yoktu. Demiryolu ağları bile, zenginliklerini yağmalayan yabancıların ihtiyaçlarına göre oluşturulmuştu. Fred Burnaby adlı bir gezgin, 1800’lü yıllarda Anadolu topraklarında yaptığı seyahati anlattığı “At Sırtında Anadolu” kitabında, Türklerin demiryolu yapımında nasıl aldatıldığını, düz ovada rayların da devletin de nasıl dolandırıldığını, 150 sterlinlik topların, 750 sterline nasıl bu ülkeye satıldığını ayrıntılarıyla açıklıyor. Cumhuriyet bir taraftan Osmanlı’dan kalan borçları öderken, bir taraftan da devletin üretken, yatırımcı ve denetleyici işlevini kullanarak dış denge içinde büyümeyi sağladı. Bu hükümet ise ekonominin can damarlarını dışarıdan gelecek paraya bağladı. Cari açığı dış borcu azdırdı. Sonunda da borç alan emir almaya başladı.
SARAY SUYUN BAŞINDA OLDUKÇA GÜVEN OLMAZ
Ekonominin vidalarını öyle bir gevşetti ki, “Faiz sebep” diyerek tüm ayarlarıyla öyle bir oynadı ki şimdi rasyonelleştik dediklerinde bile ne döviz kurlarını tutabiliyorlar, ne de enflasyonu. Seçimlerden sonra 4 ayda, Türkiye'de politika faizi 4 kattan fazla arttı. Aynı dönemde, bize benzeyen ülkelerin çoğunda politika faizi ya düştü ya da sabit kaldı. Bunun birkaç tane istisnası var. Örneğin savaş halindeki Rusya. Yani bizdeki faiz artışının dünyadaki gelişmelerle açıklanacak hiçbir yanı yok. Faiz arttı arttı dediğimiz Rusya’da da faiz bugün yüzde 13, bizdeki politika faizinin üçte biri. Şu anda Arjantin, Zimbabve ve Venezuela'nın ardından dünyada en yüksek faiz uygulayan ülkeyiz. Geçtiğimiz hafta yapılan 500 baz puanlık faiz artışına rağmen, paramız dolar karşısında pul olmaya devam ediyor.
Bir kere daha tekrarlayalım. Duymayacaklar ama tekrarlayalım: Ne kadar faiz artırırsanız artırın, Sarayın kibirlisi iş başında oldukça, güven olmaz.
MERKEZ BANKASI’NIN GÖREVDEN ALDIĞI GENEL MÜDÜR, SARAY BASKISIYLA GÖREVE İADE EDİLDİ
Devletin bir kurulu olan Ekonomi Koordinasyon Kurulu toplantılarına devlette hiçbir görevi olmayan Saray’ın partisinin yöneticileri katılırsa, bu siyasi baskı görüntüsü yaratır. Dolayısıyla bu nedenle de size güven olmaz. Bu Kurul’un kararlarına hiçbir şekilde güven olmaz. Yine bağımsız Merkez Bankası yönetiminin görevden aldığı bir Genel Müdür, Sarayın baskısıyla göreve iade ediliyorsa, bu Merkez Bankası’nın aldığı kararlara da güven olmaz.
Ve son olarak, Saray dış politikayı iç politikaya malzeme yaptıkça, ağzına geldiği gibi konuştukça, güvende olmaz, ekonomide istikrarda sağlanmaz.
ÖNCE KRİZ, SONRA BUHRAN, ŞİMDİ ÇÜRÜME
Güvenilmez yöneticilerin milletlere çıkardığı fatura olağanüstü yüksek faiz oranları ve bunun ardından da duran, daralan ekonomilerdir. Bundan birkaç yıl önce ekonomideki vaziyeti “kriz” olarak adlandırıyorduk. Sonra birden fazla krizin birleşmesiyle kriz, “buhrana” dönüştü. Şimdi ise ekonomide ve devlet yönetiminde çoklu organ yetmezliğiyle malul ve mefluç olduğu, “Durgunlaşarak çürüme” dönemini yaşıyoruz.
“FAİZ SEBEPTEN” BİR CÜMLE BAHSETMEMİŞLER
Hükümet sebep olduğu bu tablonun sorumluluğunu hiçbir şekilde almıyor. Yayınladıkları Kalkınma Planı’nda da, son açıkladıkları yani bugün mecliste görüşülen Kalkınma Planı’nda da yıllık programda da “Faiz sebep” diyerek ekonomiyi altüst etmelerinden tek bir cümleyle dahi bahsedilmiyor. Bu dokümanlarda milleti ezen enflasyonun sebebi olarak kur gelişmeleri gösteriliyor. Peki bu kur gelişmelerine ne sebep oldu, kim sebep oldu? Cevap yok. Artan enflasyon için “Tarihsel ortalamaların üzerindeki gıda fiyatları” gerekçe gösteriliyor. Peki dünyada gıda fiyatları düşerken bizde niye artıyor? Cevap yok. Çiftçiye kanunen hak ettiği desteği vermezseniz, ona 850 milyar lira borç takarsanız, çiftçiye kanunun emrettiği şekilde desteklemezseniz gıda fiyatları da artar. Bunu kim yapıyor? Ona da cevap yok. Sonra dönülüyor enflasyonun sebebi vergi artışları deniyor… Bu vergi artışları IMF ile çay partileri yapıp vergileri arttıran kim? Kimi kime şikayet ediyorsunuz? Sizsiniz. En sonunda bir de çıkıp maliyet artışı örtüsü altında ücretlerin, emekli aylıklarının enflasyonu artırdığını iddia ederek hepsinin üstüne tüy dikiyorlar. Pes doğrusu! Bir de ondan sonra milletimizden bu planlara programlara destek vermesini bekliyorlar.
HATAY’IN SEÇİLMİŞ VEKİLİ AYM KARARINA RAĞMEN İÇERİDE
Ülkemizin artık bir demokrasi olarak tanımlanmaktan giderek uzaklaştığını yabancı yatırımcılar raporlarında yazmaya başladı. Nasıl yazılmasın. Hatay’ın seçilmiş vekili Anayasa Mahkemesi kararına rağmen hala içeride. Sinan Ateş cinayeti soğumaya bırakıldı. Nazilli’de bununla ilgili olarak hakkında soruşturma izni verilen belediye başkanı soluğu Saray’da alıp fotoğraf çektiriyor. Seçim bitti İçişleri Bakanı değişti, Türkiye’de her gün çeteler yakalanır oldu. Limanlarda uyuşturucular gramla, kiloyla değil artık tonlarla yakalanıyor. Biz seçimden önce bu ülkenin ne hale getirildiğini hep söyledik. Şimdi bunu her yerde artık görüyoruz.
İSVEÇ PROTOKOLÜ NEYE KARŞI İMZALANDI?
Bir ülkede hukuk, ekonomi, istikrar ve güven dip taramaya başlayınca, o ülkenin diplomaside de sözü dinlenmiyor. ABD Dışişleri Bakanı Gazze’de süren savaş nedeniyle bölge ülkelerini ziyaret ediyor. Ama Türkiye’ye uğramıyor. İşte en son İsveç’in NATO’ya üyeliği için imzalanan protokol, Saray’da imzalandı TBMM’ye gönderildi. Hatırlayın Saray da ortağı da İsveç’in NATO’ya üyeliği konusunda günlerce esip gürlediler. Dünyaya racon kestiler. Şimdi bu protokolün Meclis’e sunulması karşılığında, ne alındı soruyoruz. Yunanistan’ın hukuksuz şekilde silahlandırdığı adalardan çekilmesi mi sağlandı? Türkiye dışlandığı F35 projesine geri mi döndü? ABD ile Türkiye arasındaki F16 meselesi mi çözüldü? Amerika PYD’ye desteğine son vereceğini mi açıkladı? İsveç ülkesindeki teröristleri teslim mi etti? AB bizi üyeliğe almaya mı karar verdi? Hayır. Yine dış politikanın iç politikaya alet edilmesine bağlı bir u dönüşü, yine bir ağa maraba hikayesi.
ALDIĞIMIZ MİRAS VAZGEÇMEMEK
Oysa ülkemiz bundan çok daha iyi bir yönetimi hak ediyor. Yaklaşan yerel seçimler bu yönetime layüsel olmadığını hatırlatmak için bir fırsattır. Bu zulme dur demek için, bir vesile. Siyasi parti, inanç, etnik köken ayırmadan milletimizin üstünden silindir gibi geçen bu zulme dur demenin zamanıdır. İnsanlarımızı ayrıştıran, milleti bölen siyasete dur diyelim. Bu hafta sonunda 38. Kurultayımızı yapacağız. Partimizin 100. Kuruluş yılında Kurultayımız bir demokrasi şenliği olacak. Cumhuriyetimizin yeni yüzyılına birlik içinde güçlenerek gireceğiz. 100 yıl önce tam bağımsızlık ve ulusal egemenlik için yola çıkan Büyük Atatürk ve yol arkadaşlarından aldığımız miras asla vazgeçmemektir. Cumhuriyetimizin temel direği olan, milletin egemenliğini, tek kişinin vesayetinden kurtaracağız. Millet iradesinin tek tecelligahı Gazi Meclisimiz olacak. İkinci yüzyılda şanlı Cumhuriyetimizi hep birlikte, eksiksiz bir demokrasiyle taçlandıracağız.
Benim söyleyeceklerim bu kadar. Şimdi sorularınız varsa alabilirim.
Soru- AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, 30 Ekim’de okulların tatil edildiğini geç bir saatte ve sosyal medya hesabından duyurdu. Neden o saate bırakıldı? Bu konuya ilişkin sizin bir değerlendirmeniz olacak mı?
Faik ÖZTRAK- İzin verirseniz sosyal medyada çok beğendiğim bir yorumla buna yanıt vereyim. Erdoğan başka bir şeyi ilan edemeyince okulları tatil ettiğini ilan etti. Tabi bu devletteki çürümeyi ve keyfiliği de gösteriyor.
Soru- AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 100. yıl kutlamasında Dolmabahçe Sarayı yerine Vahdettin Köşkü’nde olmasını siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Faik ÖZTRAK- Az önce bu konuyla ilgili gerekenleri söyledim. Atatürk ve Cumhuriyet devrimlerini bir türlü içine sindiremeyen saraydan başka bir şey beklemek abes olur.
Soru- CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na, kurultay adaylığı için 11 CHP’li Büyükşehir Belediye Başkanından sadece Ekrem İmamoğlu’nun imza vermediği konuşuluyor. Sizin bu konuya ilişkin bir değerlendirmeniz olacak mı?
Faik ÖZTRAK- CHP’de demokrasi var. Kimse delegelerin iradesine ipotek koyamaz. Delegeler özgürdür. Ekrem Bey de partimizin 1368 delegesinden biridir. Kendi takdiridir.
Soru- Cumhurbaşkanı Erdoğan dün Cumhuriyetin 100. yıl törenlerinde yaptığı konuşmada 1923 – 2023 kıyaslaması yaptı. 100 yıl önceki imkanlarla bugünkü imkanları karşılaştırdı. Bu karşılaştırmaya yönelik bir yorumunuz, bir açıklamanız olacak mı?
Faik ÖZTRAK- Bugün Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’ün koltuğuna oturup onunla yarışmaya kalkmak aklı başında bir Cumhurbaşkanının yapacağı en son iştir. Savaştan çıkmış bir ulusun kalkınma adımlarıyla bugünü karşılaştırmak elmayla armudu bir sepete koymaktır.
Kaldı ki, o dönem yolsuzluğa aman vermeyen, yetim hakkına sonuna kadar sahip çıkan bir hükümet anlayışıyla rüşvet alanı büyükelçi yapan bir hükümet anlayışını nasıl karşılaştıracaksınız? Yine o dönemde devlet yönetiminde liyakati esas alan bir hükümet anlayışıyla bu dönemde benden olsun da nasıl olursa olsun diyerek sadakati esas alan bir anlayışı nasıl karşılaştıracaksınız? Kendisinden önce alınan Osmanlı borçlarını ödeyen bir hükümetle seçim kazanmak için ülkeyi borç batağına sürükleyen bir hükümeti nasıl karşılaştırabileceksiniz?
Erdoğan eğer böyle bir hesaba girişecekse öncelikle ekonomide işler yolunda havası vermek için buharlaştırdığı 100 milyarlarca doların hesabını versin.
Yine Cumhuriyetin kuruluşunda AK Partinin kuruluşundan AK Partinin işbaşına geldiği 2002 yılına kadar yani 1923 yılından 2002 yılına kadar geçen 79 yılda görev yapan tüm Cumhuriyet hükümetleri toplam 713 milyar dolar kaynak kullanmış. Kullanılan her 100 dolarlık kaynak karşılığında da millete 714 dolarlık gelir sağlanmış. AK Parti ise 2002’den bugüne tam 2 trilyon 883 milyar dolar kaynak kullanmış. Yani kendinden önceki 57 hükümetin 79 yılda kullandığı kaynağın 4 katını kullanmış. Ama bu dönemde kullanılan her 100 dolarlık kaynak karşılığında millete topu topu 553 dolar gelir sağlanabilmiş. Yani saray hükümetleri kullandığı kaynaklarla kendilerinden önceki hükümetlerden çok daha az gelir yaratabilmiş. Ayrıca bu geliri de son derece adaletsiz paylaştırmış. Hesap ortadadır. Erdoğan’ın yaptığı lafügüzaftır.